Bir yazarın bütün yazdıkları yaşayamaz bu yüzden; bütünüyle ölemediği gibi. Büyük yazarların, dâhilerin bile bazı metinleri kısa vadede, diğer bazıları orta vadede ölür, hatta ölmelidir… Bir de yaşayan, yaşaması gereken tarafları olur.
İşte 1940’ların sonu ile 1970’lerin sonu arasındaki 30 çalkantılı yılda veludiyetiyle de büyük bir yazar olduğunu ispatlayan Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerinin kısa veya uzun vadede ölen, kaçınılmaz olarak ölecek olan ve bir şekilde yaşayacak olan taraflarını ayırd etmek bu bakımdan önemlidir. Herhalde Çile adıyla topladığı şiirleri yaşayacaktır ama “Raporlar”ı veya Esselam’ı için de aynı şey söylenebilir mi? Herhalde hayır…
1920’li yıllarda Türk şiirine yepyeni bir ses, eda ve soluk getiren Necip Fazıl Kısakürek 1940’lı yıllardan başlayarak bu defa fikir, tasavvuf ve bu arada din ve tarih sahalarında geniş bir okur kitlesi üzerinde uzun vadeli etkiler bırakan eserlerini peş peşe verecek ve muhafazakâr/ İslamcı kesimin tarih görüşünde muhtemelen etkileri bugüne kadar uzanan bir dizi argümanın mucidi olmasa bile savunucusu olarak daima ilk planda hatırlanan şahsiyetlerden olacaktır.