İslamın mübarek ve kutsal kabul ettiği ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’yı yüreğinde taşıyan şehir, gökyüzünde yaratılıp yeryüzüne indirilen şehir, yeryüzünün gökyüzüne açılan miraç kapısı şehir, bütün peygamberlerin toplanıp son Peygamberle (sas) birlikte namaz kıldıkları şehir, 100 yıldır Siyonist devletin işgali altında inlerken, İslam dünyasında Müslümanlar Batı’nın tahakkümü altında yaşamaya ve onun ağzına bakmaya devam ediyor. Kudüs hâlâ esir, hâlâ boynu bükük. Neredeyse her gün şehitler veren, bağrında milyonlarca mağdur ve mazlum barındıran Filistin’in ve bütün Biladu’ş-Şam’ın başkenti mukaddes Kudüs İslam dünyasının kanayan yarası, sürekli kan damlatan kalbi.
Hz. Peygamber’den İsra ve Miraç yadigârı olarak kalan ve Cenab-ı Allah’ın bu ümmete hediye ettiği kutsal şehir, İslamî fetihten sonraki tarih diliminde de iki kez esir düştü. Haçlılar 11. yüzyılda bir dönem bu kutsal mekânı ele geçirdiler. Bu acıya dayanamayan ve zilleti kabullenemeyen İslam ümmeti bu mübarek şehri uzun müddet işgal altında bırakamazdı ve bırakmadı da. Ümmet Kudüs’ün işgalini ve esaretini bir asra yakın bir müddet kalbinde büyük bir elem ve hüzün taşıyarak sabırla yeniden fethetmeye azmetti ve bu azmini ümmetin dava sahibi imanlı mensupları sayesinde gerçekleştirdi.
İşgale direnmeyi bir görev kabul eden ümmetin asil evlatları büyük gayretler sarf ettiler. Musul, Mardin, Harput ve Urfa şehirlerinde yaşayan Müslümanlar tek bir ordu içinde ve bir kumandan etrafında kümelendi. Nihayet “Şark’ın en sevgili Sultanı” Selâhaddin Eyyûbî, mü’min ve kahraman Müslüman kimliğiyle kutsal şehrin işgalini ve esaretten kurtulması meselesini kendisine dert edinerek işgali sonlandırmaya hayatını adadı.