2200 yıllık tarihimizin ilk bin yılı Gök Tanrı dini, Paganizmin değişik yorumları, Zerdüşlük, Mani, Tao, Budizm vs. inançlarına bağlı geçti. İslamla şereflendikten sonra da zaman zaman kabile, boy çekişmeleri kıskacında savrulsak da, genelde Sünnî, bazen Şiî çizgisinde olduk. Bütün bu asırlar boyunca inanç halkasındaki farklılaşmalara rağmen bir şey hiç değişmedi: Topluma liderlik eden kişi; adı ister bey, ister kağan, han, hakan, padişah olsun, çoğu kez dinî otoriteyi de temsil etti ya da tayin ettiği kişiler üzerinden inanç sahasını kontrol etti. El üstünde tutulan, saygı gören din adamları vardı var olmasına ama onların birinci görevleri hükümdarı kötü ruhlardan, nazardan, kötü enerji veren yıldızların etkisinden, büyüden, ihanetten korumaktı. Pagan dönemde çok sayıda ‘Kam’ kendisinden beklenen hizmetleri vermekte başarısız görüldüğü için canından oldu. Padişahın atı tökezleyince müneccimin ‘la havle’ çekmesi sebepsiz değil.
İslam inanç halkasına girdikten sonra ister istemez emirlerin din âlimleriyle, müftülerle ilişkileri farklılaştı. Ama İslamın ferdiyetçi yaklaşımı ne denli güçlü olursa olsun, tarihi boyunca tanrının kağanları ‘kut’, yani kendi katından gönderdiği enerjiyle özel olarak seçtiğine inanan Türk toplumunun zihniyet dünyasında fazla bir değişiklik olmadı. Hatta halk bu inancını dinî dayanaklar bularak İslam çatısı altında da korudu. Selçuklu ve Osmanlı asırları boyunca sadece halk değil, hükümdarlar da Allah tarafından bu göreve seçilmiş olduklarını düşündüler.
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…