Konuşan: Samet Tınas – Özlem Kocukeli Özbay
Yıllardır dedenizi anlatmak için Türkiye’yi karış karış geziyorsunuz. Dedeniz Mehmed Âkif için siz, yani ailesi ne ifade ediyordu?
Dedem için aile çok önemliymiş. Evde yaşadığı dönemlerde, hanımı, yani anneannem astım hastası olduğu için yemeğe kucağında indirirmiş. Biliyorsunuz o zamanlar astımın tedavisi yok, tuttu mu tutuyor. Yine Mısır’da kaldığı dönemlerde anneannem rahatsızlandığı zaman “büyük bir keyifle bulaşıkları yıkıyorum, yemek yapıyorum, annen bu ara biraz düzeldi” diye anneme yazdığı mektupları var. Yani mutlu olduğu zamanlarda çayını kendi demleyen, anneanneme gözü gibi bakan bir insan. Sadece kendi aile ve çocuklarına değil, başkalarının çocuklarına da çok şefkatli davranırdı. Hatta Halkalı Ziraat Mektebi’nde okurken Hasan Tahsin’le sözleşiyorlar; diyorlar ki birimizden birimiz ölürsek diğerimiz onun çocuklarına sahip çıksın. Hasan Tahsin Efendi vefat ettiği zaman üç çocuğu yetim kalıyor, o çocukları evine alıyor dedem. Cevdet’i Halkalı Ziraat’a yerleştirmiş ama o kısa bir müddet sonra vefat etmiş; iki kızı, dayılarım ve annemlerle beraber büyüyorlar. Ve ben onlardan hep Süheyla Teyzem, Behiye Teyzem diye bahsederim, onların hakiki teyzelerim olmadığını lise çağlarımda öğrendim. Annemlerden birkaç yaş büyüklerdi, annemler de abla derlerdi. Ve Süheyla Teyzem benim nikâh şahidimdi, eşi de Hayrettin Karan’dı. İlk üniversite bitiren kızlardan biriydi. Onların çocukları, ablamın arkadaşları; torunları da benim arkadaşlarımdı. Yani bakın, gençlikte verilen bir söz, nesiller süren dostluklara vesile oluyor. Mithat Cemal Kuntay bir hafta gittim, evde beş çocuk vardı, kıyamet. İkinci hafta gittiğimdeyse sekiz çocukluk bir kıyamet vardı diye anlatırdı. Bunlar kim diye sorduğundaysa evlatlarım dermiş, bakın çocuklar demiyor, evlatlarım diyor. İşte o zaman Mehmet Âkif’in hayatında söz verip tutmanın ne demek olduğunu öğrendim demişti. Böyle faziletli bir insan olabileceğini ilk gençliğimde kabullenemiyordum, mutlaka bir kara yönü çıkacak bir yerden diye düşünüyordum ama 36 senelik dostluğumuzda onun kara yönünü, maskeli yüzünü hiç görmedim, onun yüzüne baktığımda güneşe bakmış gibi aydınlanırdım derdi. Yani aile algısı çok kuvvetli bir insandı dedem. Mektuplarında bile başka insanların çocuklarının hatırını sorar, onlarla beraber üzülürdü.