Osmanlı asırlarında, tıpkı şimdi olduğu gibi, bütün şehir ve köylerde coşkuyla karşılanırdı. Dönemin şartlarından kaynaklanan bazı farklarla birlikte… Mesela Ramazana 10-15 gün kala alışverişe çıkılır, makarnalar kesilir, iştah açıcı turşular kurulur, kiler Ramazanlıklarla doldurulurdu. Sonra çamaşırlar yıkanır, ev köşe bucak süpürülür, tahtaları fırçalanır, sultan misafirliğe gelecekmiş gibi hazırlanırdı. Bir anlamda gelmesi beklenen bir sultandı Ramazan ayı. Himmet, hikmet, rahmet, merhamet, bereket, mağfiret sembolü bir sultan…
Osmanlı insanı “temizlik imandan gelir” sözüne uygun olarak temizliğe ehemmiyet verirdi. Ramazan hürmetine insanlar bir kere daha yıkanıp temizlenir, bu yüzden hamamlar dolup taşar, sabahlara kadar açık tutulurdu. Hazırlıklar tamamlanınca, hasretle Ramazanın ilk günü beklenirdi. Ramazan hilâli görünür görünmez (Rü’yet-i hilâl) de toplar atılır, davullar vurulur, tellâllar en ücra mahallelere kadar Ramazanın başladığını müjdelerlerdi. İlk iftar ve sahur çok başkaydı. Mühürlü ağızlarla oturulan iftar sofralarında sadece dudaklar kımıldar, bazen de aile büyüğü yeni yetmelere orucun faziletini anlatır, ilk oruçlarını zar zor bitirmiş gençlere orucu sevdirme babında, kadife keseler içinde “Ramazan armağanı” verilirdi.