1957 senesinde Fetih gazetesini çıkartıyordum. Kadir Bey’in ismini duyardım ama fakültede falan rastlamamıştım. Etrafımıza bazı gençler geliyor ve “Kadir abi” diye bahsediyorlardı. Bir gün gazeteyi çıkartmak için yine odamda çalışmaya oturmuştum. Etrafımdaki gençlerden biri camdan bakarak “Ooo, Kadir abi geldi” dedi. Baktım ki gayet şık, ceketinde bir mendil, uzun boylu, renkli gözlü, yakışıklı bir adam geliyor. Gidip kapıyı açtım. Bana gülerek “Abdullah, geldim” dedi. Ben de “Hoş geldin, safa getirdin” dedim. Gazeteden memnun olduğunu bildirdi, yazı vereceğini söyledi. Bu tanışmadan sonra birbirimizden hiç ayrılmadık. İlk yazısından sonra aradı, “Ya, Mısırlıoğlu yazmışsınız, Mısıroğlu Mısıroğlu” dedi.
Daha sonra en çok Muhammed Hamidullah Bey’in derslerinde karşılaştık. Hatta hanımıyla beraber gelirdi. Üstadın en mühim tarafı İslam büyüklerine hürmetiydi. Zahid Kotku Hazretleri, Gönenli Mehmed Efendi, Muzaffer Efendi… kim olursa olsun hepsini sever ve asla laf söyletmezdi. Bir de arkadaşlarından Sezai Karakoç’u çok severdi. Zaten Necip Fazıl ile muhabbeti belli.
Çok hareketli, çok heyecanlıydı. O zaman “Kur’an Türkçe okunmalı” diye bir yaygara çıkarttılar. Bizim gazetede buna cevap hazırladık. Kadir Bey kardeşim bir yazı yazdı. Zaten çok cesurdu, korkuyu yenen adamdı. Sevmediği kişilerin bütün davranışlarını haykırdı. Cumhuriyet’in 2 bin basıldığı zamanda biz 5 bin basıyorduk. Ziya Nur Aksun, Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen, Ahmet Davutoğlu, Ali Rıza Sağman… herkes yazdı o zaman.
Edebiyat Fakültesi’nde Halis Akaydın vardı. Onunla da görüşürdük. Bir gün Kadir Bey demiş ki, ben diplomayı alacağım, sen de benimle gel. Gitmişler; dekan “Yemin etmeniz lazım” demiş. Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laikliğe yemin ettirecek. Halis şahit, anlattı. Kadir Bey, “Ben yemin etmem” demiş. “Ben de vermem diplomanı” demiş dekan. O da “Vermezsen verme” diye cevap vermiş. İşte böyle örnek bir insandı.