Bu şehri İstanbul yapan en özel tabii güzellik kuşkusuz Boğaziçi’dir. Boğaziçi’nde Baltalimanı’ndan İstinye’ye kadar uzanan Emirgan semti ise İstanbulluların gönlünde eşsiz bir konumdadır. Semt Bizans döneminde Kyparades (Servi Ormanı) olarak adlandırılırmış. Osmanlı döneminde 16. yy. ortalarına doğru Emirgan’ın bulunduğu koruluk Nişancı Feridun Bey’e bağışlanmış ve buraya yazlık köşk, av köşkü ve bahçeler inşa ettirilmişti. Yaklaşık yüz sene sonra Erivan Seferi’nde kaleyi savaşsız teslim etmesi dolayısıyla kale komutanı Tahmasb bir daha memleketi İran’a dönememiş ve İstanbul’a getirilmişti. IV. Murad bu durumdan çok memnun olduğundan koruluğu, Emirgünoğlu Tahmasb Kulu Han’a bağışlamıştı. Böylece semt 17. yy’da Emirgünoğlu Bahçesi ve sonrasında Emirgan olarak anılmaya başlamıştır. Mirgünoğlu yalısı yerine Sultan I. Abdülhamid 1781’de bir cami yaptırmıştır. Emirgan Hamid-i Evvel Camii günümüzde kısaca Emirgan Camii olarak bilinmektedir1.
Sultan II. Mahmud Tarabya kasrında kaldığı dönemlerde Cuma namazlarını kılmak için sıklıkla Emirgan Camii’ne gitmiştir. Sultan II. Abdülhamid ise diplomasi yoluyla yanında tutmaya çalıştığı Karadağ Prensi Nikola’ya Emirgan’da bir sahilhane (yalı) hediye etmiştir. Giridli Mustafa Paşa Yalısı olarak bilinen Emirgan’daki bu bina Prens Nikola’ya 1889 yılında hediye edilmiştir2. Prens, İstanbul’a yaptığı ziyaretlerde çoğunlukla bu yalıda kalırdı. Bu yalının yerinde günümüzde Sabancı Müzesi olarak kullanılan Atlı Köşk vardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında semtteki yalılar bakımsız kalmış ancak 1950 sonrasında semt yeniden değer kazanmıştır. Emirgan’dan geçen boğaz sahil yolu 1956-1960 arasında açılmış, yolun oluşumunda rıhtım ve deniz doldurularak semte yeni bir biçim verilmiştir. İşte Çınaraltı çay bahçeleri bu dönemde revaç bulmuş ve günümüze kadar ahalinin vakit geçirmekten çok hoşlandığı bir mekân olmuştur.
Biz de ailece önce Emirgan Korusu’na laleleri seyretmeye, sonra Çınaraltı Çay bahçesi ve sahiline giderdik. Eski İstanbullular ne kadar fakir olursa olsunlar, ceplerinde bir bilet ve çay parası varsa gezmeye gidebilirlerdi. En azından Boğaz’da bir çay içmek keyfi ve hedefi vardı akıllarında. O zamanlar İstanbul’un en bakımlı parkı Emirgan Korusuydu.