Şiir ile simya akraba olmalı! Simyacılar nasıl âdi bir madenden altın çıkarmaya uğraşıyorsa, filozof ve şairler de kelimeden (altın değerinde) gerçeklik üretmeye çabalıyorlar. Avrupa hakimiyetindeki dünyanın son üç yüzyılına böyle üç kelime damga vurdu: Civilization, Nation, Globalization: Medeniyet, Millet ve Küreselleşme. Yerleşik dili kullanırsak: Bugün dünyamızda Avrupa sivilizasyonuna belirli ölçülerde intibak edip, globalizasyon süreçlerine dahil olan 200 dolayında nasyon var. “Uluslararası Düzen”i veya “Dünya Sistemi”ni oluşturan bu siyasî topluluklara 100 yıl önce kavim diyorduk, sonra millet (veya ulus) demeye başladık. Ali Canip 1911’de yazdığı bir şiirle bu gerçekliği kâhince öngörüyordu sanki: “Türkler bugün bir kavim, lâkin yarın bir millet!”
1. Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmak maksadıyla 1920’de League of Nations kurulduğunda, bu dünya meclisine yakıştırdığımız isim Cemiyet-i Akvam oldu, kavimler topluluğu. İkinci savaştan sonra kurulan United Nations’a ise hiç tereddüt etmeden Birleşmiş Milletler dedik. Fransız, İngiliz, Rus, Alman, Arap veya Türk eskiden kavim idi; çeyrek asırda millet oldular!
İnsan topluluklarını doğru adlandırmak her zaman mesele olmuştur. İngiliz filozof şair Samuel Taylor Coleridge ta 1829’da insanların halk (people) ile millet (nation) kavramlarını karıştırdıklarından şikâyetçiydi: Halk, şairin nazarında yaşayan gerçek (real) bir şey (thing); millet ise yaşayan hakiki (actual) bir fikir (idea) idi. Fikir doğal olarak öncelikle dile bağlıdır; dilde yaşamaktadır. Sonra gerçeğe dönüşür. Şair, millet kelimesine adeta ol! der, o da oluverir. “Dil, millî kimlik ve milliyetçiliğin sadece basit bir aracı değil, nihaî gayesi (telos) ve ifade biçimlerinin canlandırıcısıdır. Milliyetin kültürel nitelikleri içinde dil her zaman önde gelir; şimdi ile geçmiş arasındaki köprüdür. … Dilsiz akıl, akılsız da din olmaz; bu üçü olmadan da toplumun ruhu oluşmaz.” Dolayısıyla, modern milletlerin oluşumunda, başta şiir ve roman olmak üzere, edebî eserlerin muazzam etkisi olagelmiştir.