Türklerin bu coğrafyaya vurdukları medeniyet mührünün temel unsuru vakıf sistemidir. Anadolu’yu Türk-İslam medeniyetine katarak vatan haline getiren atalarımız bunu vakıflar yoluyla başarmışlardır. İlk bakışta cami ve mescit gibi dinî yapıların öne çıkması vakıfların hizmetlerinin sadece bu alana hasredildiği izlenimini verse de vakıflar doğumdan ölüme hayatının her aşamasında insanlara yardım etmeyi hedefler. Eğitim, sağlık, sosyal yardımlaşma ve imar faaliyetleri bu hizmetlerin başında gelir. Hayır sahibi kimseler tarafından kurulan vakıflar toplumun her türlü ihtiyacını ücretsiz olarak karşılama gayesini güder. Bunun yanında vakfedilen ticari yapılar aracılığıyla bu sistem ekonomik ve ticarî hayata canlılık katmıştır.
Coğrafî konumu sebebiyle Ankara Anadolu için stratejik bir öneme sahiptir. Anadolu’nun dört bir tarafına uzanan yolların kavşak noktasında yer alması hasebiyle, medeniyetlerin uğruna mücadele verdiği şehirlerden biridir. Yine bu özelliği sebebiyle birçok defa istilaya maruz kalmış, büyük savaşlara sahne olmuştur. Heybetli Ankara kalesi kadim medeniyetlerin şehre bıraktığı bir tarihî mirastır.
Selçuklu hâkimiyetine geçince Ankara bir Türk-İslam şehrine dönüşür. Vakıflar aracılığıyla yaptırılan eserler kısa sürede şehre yeni bir kimlik kazandırmıştır. Selçuklular yıkıldıktan sonra da bu imar faaliyetleri devam eder. Bu dönemde Sultan Alâaddin Camii, Kızılbey Külliyesi, Şerafeddin Camii, Ahi Elvan Camii ile şehre mescit, medrese, han, hamam, zaviye, köprü ve türbe gibi yapılar kazandırılmıştır. Ayrıca bu hayratların çevresinde şehrin mahalleleri teşekkül eder. Ulu camisi, çarşı ve pazarı, şehrin doğusunda içine bir kasaba sığacak büyüklükteki kalesinin güneyinde kurulmuştur. Şehir bu dönemdeki yerini bazı değişiklikler olsa da Osmanlı devrinin sonuna kadar korumuştur.
Selçuklu devrinde ahilerin denetimindeki imalat ve üretim faaliyetleri Ankara’ya ekonomik canlılık getirmiştir. Osmanlı döneminde devlet bu gücün farkına varmış ve şehrin imarına ayrı bir önem verilmiştir. Bilhassa şehrin ticarî yönünü canlandıracak yatırımlar yapılmıştır. Hoca Paşa, Karaca Bey, Eyne Bey, Fenari İsa Bey, Turasan Bey ve Yeğen Bey Ankara’yı imar eden önemli hayır sahipleridir. Fatih devrinden itibaren sadrazam ve vezirlerin yürüttükleri imar çalışmalarıyla şehir en canlı günlerini yaşamıştır. Mahmud Paşa, İshak Paşa, Rum Mehmed Paşa, Rüstem Paşa ve Hasan Paşa’nın yaptırdıkları bedesten, han, hamam, çarşı ve yüzlerce dükkanla Ankara Anadolu’nun önemli ticarî merkezlerinden biri haline gelir. Bilhassa Ankara ve çevresinde üretilen sof, yurt dışına ihraç edildiğinden, şehre büyük canlılık getirmiştir. Bu dönemde kalenin dibinde “Yukarı yüz” diye isimlendirilen yerdeki bedestenin çevresinde çok sayıda han ve çarşı yapıldı. Ulus çevresi “Aşağı yüz” diye isimlendirilmiş, Suluhan ve çevresinde Karaoğlan ve Tahtakale gibi çarşılar inşa edilmişti. Bu iki merkez sonradan Uzun Çarşı ile birbirine bağlanmıştır. Görüldüğü üzere Ankara, iddia edildiği gibi küçük bir bozkır kasabası değildi. Aksine, Selçuklu ve Osmanlı devirlerindeki bazı kriz ve felaket dönemleri hariç, canlı ve mamur bir şehirdi.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…