Ulus devletlerin tezahürüyle birlikte Ortadoğu, birlikte var olmayı başaran çoklu kimliğini yitirdi. Sömürgecilikle mücadele sürecinde yükselen Arap milliyetçiliği, bağımsızlık hareketlerine büyük bir dinamizm sağlasa da, her Arap devleti için varoluşsal bir tehdide dönüştü. Çünkü modern Ortadoğu’da din, dil, ırkla şekillenen ve doğuştan getirilen kimliklerin yerini, bir ülke (toprak) ve devletle tanımlanan politik kimlikler almaya başlamıştı.
Bu süreçte en ağır bedeli, toprakları başka bir millete “vatan” yapılan Filistinliler ödedi. Buna karşın en geç teşekkül eden de Filistin ulusal kimliği oldu. Arap krallarının çoğu daha yolun başında, onlara sırtını dönse de Filistinlilerin Arap kimliğinden sıyrılıp “Filistinlileşmeleri” ancak 1967 savaşıyla başladı. Oysa karşılarında, Filistin’de bir ulus devlet kurma fikrine ölesiye sarılmış ve Siyonizm etrafında siyasî, ekonomik, ideolojik anlamda teşkilatlanmış bir Yahudi milliyetçiliği vardı. İngiliz manda yönetiminin gösterdiği tolerans sayesinde nüfusları hızla artan Yahudiler, istedikleri şeyleri nasıl elde edeceklerini çok iyi biliyorlardı. İngilizlerin çekilmesiyle birlikte Araplara karşı giriştikleri savaştan galip çıkarak 1948 yılında İsrail devletini kurdular. İsrail hem 1967’de hem de 1973’te Arap devletlerini tekrar yenmeyi başardığı gibi, Filistin topraklarının büyük bir bölümünü de işgal etti. İsrail-Filistin çatışması artık toprak paylaşımı meselesi olmaktan çıkmış, aynı ülke üzerine yaşamak zorunda kalan iki halkın ve iki kimliğin varoluş mücadelesine dönüşmüştü. Filistinlilerin Arap kimliğinden uzaklaşarak Filistinlileşme süreci de bu gelişmelerin bir neticesidir.
Filistinliler İsrail devletinin kurulmasından sonra büyük bir şok yaşadılar. Onları örgütleyecek, bilinçlendirecek elitlerden ve yol gösterecek liderlerden mahrumdular. Böyle bir ortamda şiir, Filistin halkı için mücadele ruhunu, vatan sevgisini, dahası kim olduklarını hatırlatıcı bir fonksiyon üstlendi. 1948 ve sonrasında yaşanan büyük acıları, vatan özlemini, eve dönüşü şiirlerinde işleyen Zekeriya Muhammed, Mahmud Derviş, Mahmud Şakir, Cebrâ İbrahim Cebra, Halil Sevâhirî ve Yahya Yahlef gibi şairler çok kritik bir anda büyük bir ihtiyaca cevap verdiler. Henüz ulusal bir hafıza oluşturmaya hizmet edecek kurumların olmadığı; arşivlerin, müzelerin, törenlerin ve birlikte kutlanan bayramların bulunmadığı bir süreçte yazılan bu şiirler Filistinlileri diri tutmuştu. Daha sonra Edebu’l-Avde (Vatana Dönüş Edebiyatı) olarak isimlendiren bu edebî akım, şiirin yanında roman ve hikâye başta olmak üzere, nesir türünde eserlerle epeyce zenginleşti.
Bu şairler arasından sıyrılarak öne çıkan Mahmud Derviş, ileride Filistin’in millî şairi payesini alacaktı. Bu unvanı almasında daha ilk şiirlerinden itibaren İsrail zulmüne karşı direncin ancak güçlü bir kimlik bilinciyle mümkün olacağını vurgulaması belirleyici olmuştu. 1960’lardan 2008 yılındaki vefatına kadar yüzlerce şiirleriyle mısra mısra Filistin kimliğini örmüş ve onların özgürlük mücadelesine yoldaşlık etmişti. Onun kaderi de Filistinlilerle ortaktı. 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında ailesiyle birlikte mülteci olmuş, sonrasında gizlice girdiği ülkesinde bir sığınmacıya dönüşmüştü. Bir Filistinli olarak sürgünlük, hiçbir yere sığamamak onun da alınyazısıydı. 1970’de eğitimi için Moskova’ya gitmiş, bir süre Mısır’da yaşamış ancak en çok Lübnan’da rahat etmişti. Ardından FKÖ ile Tunus macerası başlamış ve yaklaşık 10 yıl kadar da Paris’te ikamet etmişti. 1994’de ülkesine dönerek ömrünün geriye kalanını Ramallah’ta geçirmişti.