Mevlânâ Hazretleri çok ateşli bir hastalıktan yatmakta iken, Batılıların kuru kafa ve elinde bir tırpanla tasvir ettiği Azrail (as)’e “piştera piştera” (beri gel, biraz daha beri gel) diye seslenmekteydi. Çünkü ölüm bir yok oluş değil, sevgiliye kavuşmaktı onun için. 17 Aralık 1273’de âlem-i cemâle göçtüğünde babası Sultanü’l-Ulema ve dünürü Selahaddin-i Zerkubî’nin bulunduğu yere defnedildi.
Kendisinden sonra posta geçen Kerimeddin Bektemür ve sonrasında Çelebi Hüsameddin ile Sultan Veled zamanında bayramlarda ve Cuma günleri namazdan sonra Hz. Pîr’in kabir ziyaretleri âdet olmaya başladı. Bu ziyaretler Çelebi Hüsameddin Hazretleri zamanında muntazam bir ritüele dönüştü. Mesnevî okunmaya, semâ edilmeye ve ney üflenmeye başlandı.
Mevlevîlik devranî bir tarikat. Semazen dervişler hafî (sessiz) olarak kendi etrafında dönerek yani çark ederek ism-i celâl (Allah) çekerler. Bu çark “Al-“ hecesiyle sağ ayağın kaldırılması ve “-lah” hecesiyle devrin tamamlanıp ayağın yere değdirilmesiyle teşekkül eder. Mevlevî âyininin resmî adı mukabeleyi şeriftir. Mukabele tekkenin semâhâne bölümünde icra edilir. Semâhâne etrafı parmaklıklarla çevrili züvvâr maksuresi (ziyaretçi yeri), âyin okunan ve saz icra edilen mutrıbhâne, semâ edilen meydan-ı şerif, imamın durduğu mihrap ve mesnevî kürsüsünden oluşur.