Hz. Ömer (ra) ile birlikte cemaat halinde kılınarak günümüze intikal eden teravih namazının Osmanlı dünyasında sanatla bezenmiş bambaşka bir yeri vardı. Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi’nin tertip ettiği rivayet olunan Enderun usulü teravih, ibadet ile sanatı kaynaştırmıştı.
Osmanlı sarayında en değerli hâfız ve musikîşinasları barındıran Enderun’dan ismini alan bu usul, çok rağbet görünce saray dışına taşmış; tekkelerden camilere ve konaklara kadar birçok yerde tatbik edilmişti. Asıl gayesi, kametten başlayarak namazdaki kıraate, aralardaki ilâhîlerden salât u selâmlara kadar farklı makamlarla namazın zevkini artırmaktır. Usul sayesinde uzun vakit alan ibadet rahat bir hâl alıyor; nefis makam geçişleriyle cemaati heyecanlandırıyordu. Lâkin İmam Efendi ile Müezzin Efendiler arasındaki ahenk son derece mühimdi.
Enderun Teravihi ile kılınan her dört rekâtta bir makamlar değişmekteydi. Makamlar okuyucuların kabiliyet ve zevkine göre farklılık arz etmekte ise de, son devre gelince sabit bir usul tatbik edilegelmişti. Buna göre, cumhur müezzinliği yapılmayacaksa yatsının farzı Isfahan makamında kılınır. Bunun sebebi de ilginç bir inanışa dayanır: Kıyametin kopmasını haber verecek olan İsrafil’in sûru üflemesiyle bütün mahlûkat canlılığını kaybedecek. Ardından bir üfleme daha olacak ki, beşeriyet mahşer yerinde toplansın. İkinci üflemenin hususî bir ismi var: Râdife. İşte kadim bir kabule göre bu râdifenin makamı Isfahan olacakmış. Bu sebepten kamet esnasında ayağa kalkılan bölüm olan “Hayyale’l-selah”da adeta kabirden kalkışı hatırlatmak için müezzinler tarafından Isfahan makamı kullanılmış.
Devamı Derin Tarih Dergisi Haziran 2016 Sayısında…