Musiki, Türk’ün Orta Asya’dan başlayan tarih ve medeniyet yolculuğunun merhalelerini anlamanın en belirgin numunesidir. Bilhassa İslâm’ın istikamet vermesiyle birlikte varılan her coğrafyayı, kurulan her yeni devleti, karşılaşılan her medeniyet havzasını ve ruh dünyamızı zenginleştiren “yeni”yi, beraberinde getirdiği “kadim” ile mezcederek insanlığın istifadesine sunabilme kabiliyetini gösteren musikinin nadir sazlarındandır rebab. Turfan’dan Semerkand’a kadar bütün Türkistan’da boğuk ve içli sesiyle gönüllere işleyen “ıklığ”, Hamedan’dan Isfahan’a İran coğrafyasında “kemâne”ye, Bağdad’dan Kahire’ye Arap coğrafyasında ise rebaba inkılap etmiştir. Iklık, ıklığ, rebab, rebabe, rübab, murabba, kemâne, ayaklı kemâne, kemânçe, uzun boyunlu Osmanlı kemençesi ve daha birçok isimle anılan bu mübarek saz, ayak bastığı bütün coğrafyalarda ismiyle birlikte bazı hususiyetleri de değişerek Selçuklu ve Osmanlı eliyle kemâl bulacağı Anadolu coğrafyasına vasıl olmuştur.
Mehmet Nazmi Özalp Musiki Tarihi isimli eserinin birinci cildinde, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın yayımladığı bir belgeden bahseder: “… Bu saz ki, ismine dahi Kemân-ı Arabî ve kemançe vü rebab dahi dirler. Arabistan sazlarındandır. Eğerçi heyet-i ayaklı keman misüllü, lâkin kiriş ve telden olmayub al atın kuyruğundan altmış kadar kıl cem’i olunub bâdehû ne veçhile tanzim olduğu erbabına ma’lûmdur. Farabî eyledi deyû meşhurdur.”
İlk haline Uygur Türklerinde ıklığ (iklık veya iklik) ismiyle rastladığımız bu saz, hindistancevizi bir tekne üzerine hayvan derisi gerilerek ve silindirik bir sap takılarak imal edilirdi. Üç telli ve telleri ile yayı at kılı olan ıklığın, “ayak” olarak isimlendirilen ve yere dayanan kısmı ise genellikle aynı cins ağaçtan, pirinçten veya farklı malzemelerden olabilirdi. Perdesiz bir saz olması itibariyle icrası zor olan ıklığ, yaylı sazların ilk prototipi olarak görülür. “Yay” anlamındaki “ık”tan türediği düşünülen ıklığa, kopuzun yay ile çalınmasından dolayı bu isim verilmiştir. “Oklu kopuz” olarak da isimlendirilir.
Rebab Şark’a mahsus bir hengâme ile bazen benzer bütün sazlar için bir müşterek isim olarak (Farsçada “kemâne” bütün yaylı sazlar için kullanılır), bazen de farklı yaylı sazlar için kullanılmıştır. Nitekim rebabla ilgili en çok bilgi veren kaynaklardan olan Evliya Çelebi İstanbul’da esnaf gruplarını anlatırken rebabzenleri ve ıklıkçıları ayrı ayrı zikreder. Kültür tarihimizin bu sevimli ve nüktedan kalem efendisi, Seyahatname’sinin İstanbul’u konu alan birinci cildinde sazendelerden bahsederken ilginç bilgilere yer verir. Iklığın Türkistan ve Arabistan’da yoğun olarak kullanılmasına rağmen Rumeli’de hiç bilinmediğini kaydeden Çelebi, rebabı ise Hekim Fisagores’ten (Pisagor) Abdullah Faryabî’nin (Farabi) alarak düzenlediğini, Süleyman Peygamber’in Belkıs ile düğününde çalındığını, yine Hz. Peygamber’in (sas) Hz. Hatice (ra) ile düğününde def, kudüm ve ney ile birlikte rebab da çalındığını Siyer-i Cerir’i şahit göstererek nakleder.