Baba bugün Kerkük ateşe benzer;
Sönmez güneşe benzer.
Kerkük’ü unutanlar,
Çölde bir taşa benzer.
Yukarıdaki dörtlük, bir Kerkük ağıtı olan meşhur “Kurbanam Han Gözüne” ağıtından. Tasvir anlamlı: Kerkük’e ilgisiz kalanları “çölde bir taşa” benzetmek. Bir başka deyişle, unutmayın bizi, unutmayın Kerkük’ü diyor bu ağıt. Bilindiği gibi Kerkük, kadim bir Türk şehri. Aynı zamanda hoyratlarıyla meşhur, zengin bir kültür havzası… Bu şehirde insanlar Azerbaycan Türkçesine benzer bir Türkçe konuşurlar; hiç fark etmez, Türk’ü de Arab’ı da Kürd’ü de bilir bu dili. Buna biraz da Arap aksanını eklerler. Öyle konuşurlar Kerkük Türkçesini insanlar. İngiliz istihbaratçı C. J. Edmonds bile Kürtler, Türkler ve Araplar adlı meşhur eserinde (Çevirenler: Serdar Şengül-Serap Ruken Şengül, Avesta Yayınları, İstanbul 2003, s.572) Kerkük şehrinin %75’inin Türklerden oluştuğunu yazar. Ayrıca, Kerkük’ün kaderi, Musul, Erbil, Süleymaniye ve Telafer ile birlikte Anadolu’nun kaderiyle aynıdır. Geçmişte de öyleydi, şimdi de öyledir. Nitekim 1. TBMM’de (1920-1923) çoğu milletvekili, “Kerkük dâhil Musul vilayeti elden çıkarsa, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun güvenliği tehlikeye girer, orası kaybedilirse Anadolu’nun güvenliği de tehlikeye girer” demekten kendilerini alamamışlardı. Yani, Musul vilayeti demek, Anadolu demekti. Ne var ki, Mondros Mütarekesi öncesi, 23 Ekim 1918’de, Kerkük’ün İngiliz işgaline uğraması, adeta, sonun başlangıcıydı. Çok geçmeden 3 Kasım’da Musul işgale uğradı. Daha sonra Musul Vilayeti, Paris Barış Konferansı’na Osmanlı Devleti’nce resmen sunulan 23 Haziran 1919 tarihli muhtırada ismen, “yeni Türk vatanı”nın içinde gösterilmiş ve Misak-ı Millî’de ise kriter olarak “Osmanlı-İslam çoğunluğu”nun oturdukları toprakların içinde düşünülmüştü.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…