19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Müslüman yöneticilerin ve aydınların savunduğu yeni din yorumları ve yeni dinî hayat arayışları bir tarafıyla Kur’ân ve sünnete, asr-ı saadete daha uygun olmak, “yeni”den dinîleşmek iddiaları taşırken aynı zamanda laikliği de içinde barındıran modern dünyaya, modern fikirlere, modern hayata açık olmak peşindeydi. Bu, Batı Avrupa tecrübesinden oldukça farklı bir tecrübedir.