“Yanardı ateş-i aşkıyla yer yer çifte micmerler/ Buhurdanlar semâya neşrederdi amber-i sârâ” diyor şair. Aşığın bağrını dağlayan ateş semaya bir buhur gibi ince bir âh ile amber gibi tüter, mis kokularını etrafa yayar. Beyti yazan gibi buhurdandan tüten kokunun yayıldığı diyarlar da muamma. Şurası kesin ki, bağrı yanarken etrafa hoş bir rayiha bırakan tütsü, sükûnet ve asaletin müstesna bir remzi olmuş.
Buhurun Mezopotamya’da MÖ 4000 sularında tanrılara sunulan bir hediye olarak ortaya çıktığı rivayet edilir. Hoş kokulu ağaçların yakılmasıyla çıkan buhur, kabile hayatının hâkim olduğu toplumlarda öncelikle din ve büyü ayinlerinde kullanılırdı. Dahası yakılan kurbanların üzerinde manevi olarak temizlenmeleri için hoş kokulu tütsüler gezdirilirdi.
Buna mukabil buhurdanın tarihi buhur yakma geleneği kadar eski değil. Buhur Farsça bir kelime. Arapçası bahur, Türkçesi tütsü. Türk toplumunda Arapların buhurdana verdikleri mibhare ve mıktare isimleri pek tutulmamış, bunların yerine micmer veya micmere (ateşlik) benimsenmiş.
Devamı Derin Tarih’in Şubat sayısında!