Eski Yunancada telos (uzak) ve skopós (gözleyen) kelimelerinin, Farsçada ise dür (uzak) ve bin (gören) kelimelerinin bir araya gelmesiyle aynı mânâyı veren teleskop veya dürbünü dilimize oldukları gibi kazandırmışız! 1082 yılında Kûhistan emirlerinden İskender bin Keykavus tarafından Farsça olarak kaleme alınarak Gilan Şah’a takdim edilen ve Çelebi Mehmet’in emriyle Mercimek Ahmet tarafından 1432 senesinde Türkçeye çevrilen Kabusnâme’de bir padişahta olması gereken hasletler zikredilirken “uzak görüşlü” mânâsı verilmiş. Yani kelime Türkçe kaynaklarda teknik bir aletin ismi olmadan evvel de ileri görüşlülüğü ifade etmekte kullanılmış. Objektif ve oküler isimli iki merceğin maharetiyle mesafeleri ortadan kaldıran bu aletin icadının M.Ö. 3500’lü yıllarda camı keşfeden Fenikelilerle başlayan ve 1609 yılında Galileo Galilei ile ivme kazanan uzun bir hikâyesi var. Pek çok insan Galilei’yi teleskobun ve dolayısıyla dürbünün mucidi zannediyor. Halbuki o sadece başkalarının icadıyla ay yüzeyindeki çukur ve tepelere bakan bir bilim adamıydı. Feyerabend’ın: “Teleskopla yapılan ilk gökyüzü gözlemleri bulanık, belirsiz, çelişkili, herkesin çıplak gözle gördüğüyle çatışan özellikler taşır.” cümlesiyle eleştirdiği ve “efsanelere son vermek için yola çıkan ancak en büyük efsane imalatçısı haline gelen” aydınlanmacıların şişirdiği Galilei’nin bu icadın mucidi gibi gösterilmesinin arkasında yatan hakikati anlamak isteyenler Mustafa Armağan’ın “Galile bombası: Asırlık bir efsanenin sonu” başlıklı makalesini mutlaka okumalı. Biz şimdi ismi sadece bir ay kraterine ve asteroid 31338’e verilen teleskobun gerçek mucidi Lippershey’in icadının tarihî arka planına bakacak ve günümüzde uzayı anlamak için kullanılan devasa teleskoplardan pek çok alanda karşımıza çıkan çeşit çeşit, boy boy dürbünlere nasıl dönüştüğünü kat ettiği yollarda gezerek göreceğiz.