İsmi bugün İsrail’in pek çok caddesine, sokağına ve mahallesine verilen, İsrail banknotu üzerinde iki defa resmi kullanılan İngiliz Yahudisi banker Moses Montefiore, 19. yüzyılın başlarında dindaşlarının durumunu yerinde görmek için Filistin topraklarına gittiğinde hayretler içinde kalmıştı. Karşılaştığı, Tel el-Kâdî ile Bi’rü’seb’a arasında yayılmış olan bölgede sefalet, yokluk, zillet içinde kıvranan az sayıdaki Yahudiden başka bir şey değildi. Hemen payitahta giderek Filistin topraklarında sefalet içinde yaşayan bu Yahudiler için konak yapma talebinde bulunan Montefiore, İngiltere nezdindeki nüfuzuyla bu talebini gerçekleştirdi. 1860’ta tamamlanan Kudüs kadim şehrinin dışındaki ilk Yahudi mahallesi olma özelliğine sahip Mişkenot Şa’ananim, Montefiore’un bu gayretlerinin eseriydi. 1890 yılında iki cilt halinde basılan günlükleri meseleyle alakalı ilginç anekdotlar da sunmaktadır.
19. yüzyılın başlarında Osmanlı tebaası Yahudiler için gösterilen bu müsamaha, aynı yüzyılın sonlarında toplanan, Filistin’le alakalı planların artık alenen dile getirildiği ilk Dünya Siyonist Kongresi’nden çok önce yerini çelikten bir duvara bırakmıştır.
Kimi gerekçelerle bulundukları ülkeleri terk eden Yahudilerin özellikle 1880’lerden itibaren -arşiv vesikalarında görebildiğimiz kadarıyla Osmanlı tarafından engellenmelerine rağmen- Filistin’e göç etmeleri, bir İslâm beldesi olan bölgenin demografik yapısının değişmesine yol açtı. “Aliyah” olarak bilinen bu Yahudi göçlerinden 1882-1903 yılları arasında gerçekleşen ilk göçte 20 bin küsur kişi, 1904-14 arasındakinde ise 30 bin küsur kişi Filistin topraklarına yerleşti. Niyeti buraya kalıcı yerleşmek olan ve arkasında büyük fonların bulunduğu bu yapıya karşı Osmanlı Devleti de bir savunma mekanizması geliştirmiştir. Yahudilerin Filistin’e yerleşim meselesiyle alakalı arşivde bulunan sayısız vesika, Filistin arazisinden toprak edinmek için yapılan hilelere karşı devletin teyakkuzda olduğunu açıkça gösterir. Mesela 1892 tarihli bir vesika, tebdil-i kıyafet ve sahte isimlerle toprak satın almaya çalışan Musevîlerle mücadele hususunda alınacak tavsiyeleri sıralarken, bir yıl sonrasına ait bir başka vesika da Filistin’de toprak satın alıp Yahudilere devreden özellikle Rothschild’ın faaliyetlerine karşı alınacak tedbirleri göstermektedir.
Filistin’in 1917’de Osmanlı hakimiyetinden çıkması ve akabinde bölgede kurulacak bir Yahudi devletine yeşil ışığın yakıldığı Balfour Deklerasyonu’yla artık her şey çok daha müşahhas bir suret kazanmıştır. Fakat bu tarihte Filistindeki Yahudi nüfusu 50 bin civarındaydı ve bu oran bölgenin toplam nüfusunun %7 küsurluk bir kısmını oluşturmaktaydı. Yahudilerin çeşitli yöntemlerle sahip oldukları topraklar ise bütün Filistin arazisinin %2’sinden biraz daha fazlasına denk geliyordu. Bu durumda iddia edilen devletin hangi toprak ve nüfusla kurulacağı sorusu hiç şüphesiz Gertrude Bell’e Balfour Deklerasyonu hakkında “gerçeklerden kopuk ve tamamen yapay” dedirtmişti. Fakat her şey yavaş yavaş, bir plan çerçevesinde gerçekleşecekti.
Peki nasıl olmuştu da 19. yüzyılın başında esamesi okunmayan bir güruh bu seviyeye gelmişti? Filistinli Araplar gaflette bulunarak topraklarını satmışlar da İsrail devleti aslında bu gafletten istifade ile mi kurulmuştu? Bu propaganda mahsulü soru zihinleri manipüle etmede çok iş görse de hakikat hiç de böyle değildir.