Doğu ne Batı ne? Çin’e göre biz batıdayız, Amerika doğuda! Çin merkezli bir bakışla bakmış olsaydık dünyaya kavramlarımızı yeni baştan kurmamız gerekirdi. Türkiye Orta, Avrupa Uzak Batı olurdu. Yakın Batı neresi mi olurdu? Herhalde Afganistan ve İran.
Nasıl da dilimize oturmuyor değil mi? Peki bunun tersi olunca neden yadırgamıyoruz? Neden Yakın Doğu, Ortadoğu, Uzak Doğu gibi kavramları öz malımızmış gibi kullanıyoruz? Yoksa gerçekten de öz malımız mı oldular? Öyleyse vah halimize.
Demek ki biz İngilizlerin Ortadoğu dediği bölgeyi önce zihnimizde kaybetmişiz. Zihnen kaybedilenin fiiliyatta kaybına şaşmak gerekir mi?
Osmanlı güneşi zevale meylettikten sonra oldu olanlar. İngilizler Greenwich’i başlangıç meridyeninin geçtiği yer ilan ettiler, dünyanın Londra’dan yönetildiğini dünyaya kabul ettirdiler! Ne de olsa İngiliz dünya düzeni geliyordu.
Osmanlı’nın elindeki topraklar her türlü oyun, hile, kalleşlik, ihanet meşru kabul edilerek kopartıldı ve sonuçta biraz da bağımsızlığına kavuşacağını umarak isyan edenlerin eseri olan modern İslam diyarında babanın gidişiyle başlayan kan ve gözyaşı bir asırdır sel olup akıyor.
Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Kral Abdullah’ın hatıratında şu çarpıcı satırlara rastlamak Osmanlı’nın kıymetinin geç de olsa fark edilmiş olması açısından yaramıza tuz basıyor:
“Bence Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra meydana gelen olaylar, Kufe ve Mısırlıların Hz. Osman’a yaptıklarından sonra meydana gelenlere benzer. Hz. Osman nasıl fitneyle Müslümanlar arasındaki sınır idiyse, Abdülhamid de bu çağda insanlarla fitne arasındaki perdeydi. Bu perde yırtılınca fitneler ortaya çıktı. Eğer Arap isyanının bu şekilde sona ereceğini bilseydik hiçbir şekilde Osmanlı’ya isyana kalkışmazdık.”
Zulüm tarlasına dönen bir coğrafyada Osmanlı’yı hatırlamak önemliydi. Bu sayı böyle ortaya çıktı. Zira İslamın emperyalizme direnen son kalesiydi Osmanlı.
Nisan’da 5. yılımızın ilk sayısında buluşmak dileğiyle.
Hayırla kalınız.
Mustafa Armağan
Derin Tarih Dergisi Genel Yayın Yönetmeni