Hatırlayacaksınız, dergimizin Mayıs 2017 tarihli sayısı Latife Hanım’ın bir ABD gazetesinde çıkan mektubunu kapağa taşımıştı. Bakırköy Basın Savcılığı tarafından 18 Mayıs’ta toplatılan derginin Genel Yayın Yönetmeni olarak şahsıma açılan dava süreci 31 Ekim 2017 günü 15 ay mahkûmiyetimle sonuçlandı.
Karar bazı çevreler tarafından kasıtlı olarak TVNet’teki 6 Mayıs 2017 tarihli program üzerine verilmiş gibi gösterilse de gerçek çok farklı. TVNet’te yayımlanan “Derin Tarih” programının moderatörü Yavuz Bahadıroğlu ve şahsım hakkında Bakırköy 2. Sulh Ceza Hakimliği 6 Eylül 2017 tarihli 2017/3987 D.İş nolu takipsizlik kararını vermişti. Aldığımız ceza tamamen Latife Hanım’ın mektubunu yayımlamaktan verilmiş, mahkemede ben Derin Tarih dergisindeki yayından dolayı yargılanmış bulunmaktayım.
Dolayısıyla aslında ben değil, Latife Hanım yargılanıp mahkûm edilmiş oldu. Dergide yer alan ve Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından şahsımın cezalandırılmasıyla sonuçlanan ifadelerin tamamı 1975 yılında hayatını kaybeden Latife Hanım’a aittir.
Yaptığım sadece Boston Sunday Advertiser adlı gazetenin 21 Şubat 1926 tarihli nüshasında çıkan haberi Türkçeye tercüme ettirerek yayımlamaktan ibarettir. Kaldı ki aynı mektup 2007 yılında Rifat N. Bali tarafından yazılıp İstanbul’da basılan New Documents on Atatürk adlı (ISIS Press) kitapta yayınlanmış ve bu şahıs hakkında ne soruşturma, ne de dava açılmıştı. Üstelik 2010 yılında kitabın 2. baskısı yapılmış ve onunla ilgili de herhangi bir hukuki işlem yoluna gidilmemiştir.
Sonuçta bir TC mahkemesi bu haksız kararla bir tarih dergisinde tarihe ışık tutacak 91 yıllık bir mektubu orijinaline sadık kalarak yayımlamayı suç sayarak tarihe geçmiş oldu.
Mahkemedeki her iki savunmamda Türkiye’de Lord Kinross’un Atatürk adlı kitabı gibi metinleri sansürleyip makaslayarak yayımlayanların değil, belgeleri sansürlemeden yayımlayan şahsımın yargılanmasını anlayamadığımı belirttim. Bir belgeyi olduğu gibi yayımladığım için tebrik edilmem gerekirken ‘Niye olduğu gibi yayımladın?’ gibi akla seza bir mantıkla cezalandırılmam hiçbir hukuk kaidesine ve evrensel hukuk normlarına sığmayacak bir tavırdır.
Öte yandan şahsıma verilen hapis cezası aslında bir ara karar niteliğindedir. Kesin kararı İstinaf Mahkemesi verecektir. Hatta verilen hüküm İstinaf Mahkemesi tarafından onansa bile hapis yatmam söz konusu değil. Denetimli serbestlikten yararlanacağım. Şunu da söyleyeyim ki, kararı Anayasa Mahkemesi ve AİHM gibi üst mahkemelere götürmek suretiyle bir tarih dergisinde 91 yıllık bir belgeyi neşretmenin neden suç sayıldığını anlamaya çalışacağım.
Basında ve sosyal medyada bazı fitne odakları hükmün ertelenmeyişini mahkemenin cezayı ağırlaştırma kararı gibi göstermekte. Oysa hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını istemeyen, “Ben suçsuzum, sadece tarihî bir belge yayımladım, yanlış bir şey yaptığıma inanmıyorum, bu hakkımı kullanmayı reddediyorum” diyerek beraatini talep eden bizzat benim.
Şahsımı 1 yıl 3 ay hapse mahkum eden hakim, duruşmanın ardından garip bir açıklamada bulundu. Hakimin “Davanız bıçaksırtı gibi bir durumdaydı, bir başka mahkeme size rahatlıkla beraat verebilirdi ama ben tercihimi cezalandırılmanız yönünde kullandım” demesi salondakilerde büyük bir şaşkınlık yarattı. Hakimin “bıçaksırtı” konumunda tercihini neden sanığın lehine değil de, aleyhine kullandığı ise tarihe emanet edilecek bir soru işareti olarak kaldı.
Okurlarımızın şunu bilmesini istiyorum: Ben başkaları gibi belgeleri sansürleyerek, değiştirerek, kesip biçerek değil, olduğu gibi yayımladığım için mahkûm edildim. Lakin bu ceza Türkiye için bir ayıptır ve o ayıp bana ait değildir. Benim için ahirette işime yarayacak bir şeref madalyasıdır. Necip Fazıl’ı 2 yıl hapis cezasıyla mezara sokan 5816 sayılı kanundan ceza almak ise şereflerin en büyüğüdür.
Lakin ben kendime değil, Türkiye’ye üzülüyorum ve Türkiye’nin bir tarihçisinin ağzına susturucu takmaktan gurur duyacak bir muz cumhuriyeti olmadığına inanıyorum.
Uğur Mumcu’nun 1990 yılında Cumhuriyet gazetesinde yazdığı gibi “Kurtuluş Savaşı ile ilgili gerçekleri öğrenecek miyiz öğrenmeyecek miyiz? 70 yıl önceki olayları tartışacak mıyız tartışmayacak mıyız? Sorun budur.”
Mustafa Armağan
Derin Tarih Dergisi Genel Yayın Yönetmeni