Avrupalıların Türkler ve Anadolu toprakları hakkında yazdıkları eserler, bilinçaltındaki “öcü” Türk imgesine rağmen yüzyıllar boyunca büyük alaka görmüştür. Öyle ki meşhur İspanyol edebiyatçı Juan Goytisolo 1501’den 1551’e değin Türkiye ve Osmanlı-İslâm dünyası hakkında Avrupa’da basılan kitap sayısını 901 olarak ifade eder.1 Bu ilgiye rağmen ziyaretçilerin Osmanlı toprakları hakkında yazdıkları çoğunlukla Batı dünyasının Doğu’ya yakıştırdığı basmakalıp ifadelerle doludur. Avrupa’nın sınırına dayanmış, Doğu Roma’yı ortadan kaldırmış bu muazzam askerî tehdidin uyandırdığı korkuyu ve bunun neticesinde 15. ve 16. yüzyıllarda Batı’daki Türk imajının ne kadar olumsuz olduğunu bu dönemde Türklerden korunmak için kaleme alınmış “Türk duaları” adlı edebi bir türün doğuşundan da anlayabiliriz.2
Memleketlerine dönen Avrupalı seyyahlar bu mistik topraklardaki gözlemlerini meraklı dinleyicilerine aktarma misyonunu da omuzlamışlardı. Prusya’nın Königsberg şehri eski meclis üyelerinden Reinhold Lubenau’nun 1573-89 yıllarında Osmanlı topraklarındaki ziyaretini ihtiva eden günlüğündeki şu satırlar Batı zihninde Türk imajını resmeder:
“Dışarıdan gelen yabancı asilzadeler nerede neyi bulabileceklerini bilmiyorlardı ve bazıları da Türklerin kendilerine zarar vereceklerinden korkacak kadar budalaydı. (…) Ayrıca Viyana’dan Konstantinopolis’e kadar yaptığımız yolculuğu ve Konstantinopolis’te görülecek şeyleri kaydettiğim defterden kısa özetler çıkarıp, onları da yolculara satıyordum. Zira bu adamlardan bazıları ya hiçbir not tutmamış ya da Konstantinopolis’te konutumuzun dışına çıkmamıştı. Benim yazdıklarım olmasaydı, bunlar evlerine hiçbir yeni şey öğrenmeden yaban kazları gibi birer avanak olarak döneceklerdi.”3
16. yüzyılın ortalarından başlayarak Batılı seyahatnamelerdeki hasmane tutumun yavaş yavaş terk edildiğini görürüz. Osmanlı toplumu Batı nezdinde hayranlık uyandıracak konumdadır artık. Bugün sinema sayesinde bizim için New York ya da Paris sokakları nasıl tanıdıksa, Avrupalı okurlar da bu dönemde İstanbul panoramasına aşinadır.4 Tüccar, gezgin, diplomat gibi sıfatlarla gelen Batılılar yanında Anadolu topraklarında zorunlu olarak uzun zaman geçirmiş savaş esirleri de vardı. Bunlar iç içe yaşadıkları toplum hakkında daha ayrıntılı bilgi ve gözleme sahipti. Avrupa muhayyilesinde korku, merak ve bir taraftan hayranlık uyandıran Türklerin günlük hayatına dair resimlerin cisimleşmesi ve toplum hayatının somutlaşarak Batı okuyucusuyla tanışması bu sayede olmuştur.5 Türkler hakkındaki bu ilk kitaplar ayrıca yazıldığı dönemin Türkçe konuşma dilinden örnekler de sunmaktadır. Latin harfleriyle daha 15. yüzyılda kayda geçmiş söz konusu Türkçe kısıtlı örnekler, bu hatıra kitaplarına polyglotte (çok dilli) bir özellik de kazandırmaktadır.
Bu eserlerden en dikkat çekeni, şüphesiz, Anadolu topraklarında esaretle geçen 20 yılını, 50’li yaşlarının sonunda, tıpkı bir macera filmi sürükleyiciğinde ustaca metne aktaran Macaristanlı Georgius (Georgius de Hungaria)’dır. Bu nedenle 1480 yılında Urach ve 1481 yılında Roma’da baskıları yapılan Tractatus de Moribus, Condictionibus et Nequicia Turcorum6 (Türklerin Gelenekleri, Görenekleri ve Hinlikleri Üzerine) adlı eser halk arasında çok sevilir; hatta Tractatus, Johannes Schiltberger’in 1460’ta Augsburg’da ilk baskısı yapılan Als Sklave im Osmanischen Reich und bei den Tataren 1394-1427 adlı hatıratından sonra Avrupa’da bu türde en çok basılan ikinci kitap unvanını kazanır.
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…