Ortadoğu’da 20. yüzyıl boyunca yaşanan sınır sorunlarının temelinde 1. Dünya Savaşı’nın sonunda oluşturulan yapının bölge gerçekliklerine tekabül etmemesi yatmaktadır. Irak örneğinde bu durum iyice gün yüzüne çıkmaktadır. Irak’ın ortaya çıkmasında, sınırlarının belirlenmesinde ve yönetimin oluşturulmasında İngilizlerin önemli rolü olmuştur. Sınırlar çizilirken ve devletler kurulurken bölgenin etnik, coğrafî, kültürel ve ekonomik özelliklerine uygun bir yapı oluşturmaktan çok, büyük güçlerin bölgeyle ilgili politikalarına uygun yollar tercih edilmiştir.
Uluslararası ilişkilerdeki sınır sorunları ulus devletin teşekkül süreci ile yakından ilişkilidir. İmparatorluklar pek çok etnik unsuru bir arada barındıran yapılardı. Bunun zıddı olarak, ulus devletler belirli bir milleti temel alırlar. Çok farklı etnik grupların bulunduğu bir coğrafya üzerinde kurulan ülkelerin sınır sorunlarıyla yüzleşmeleri kaçınılmazdır. Birçok Ortadoğu ülkesi gibi Irak da aynı dertten mustariptir. Başta İran, Kuveyt ve Türkiye olmak üzere bütün komşularıyla ciddi sınır ihtilafları yaşamış, bunların bazıları da savaşla sonuçlanmıştır.
Modern sınır anlayışı Avrupa’da Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkmıştır. Avrupa sömürgeciliğinin etkisiyle ulus devlet modeli dünyaya ihraç edilen bir norma dönüşmüştür. Pek çok bölgede ortaya çıkan sınır sorunları ise Kıta Avrupası’ndan ihraç edilen bu devlet modelinin neticelerindendir. Zira Avrupa’daki sınırlar bile 2. Dünya Savaşı sonrasında istikrar kazanmıştır. Geçmişte savaşlara neden olan sınır sorunları bugün için Avrupa’nın gündeminden düşmüş gibidir. Fakat aynı şeyi Ortadoğu ülkeleri için söylemek oldukça zordur. Bölgedeki sınırların çoğu 1. Dünya Savaşı’ndan sonra çizilmiş olup dönemin büyük güçlerinin isteklerini yansıtmakta, bu nedenle de bölgede sürekli gerilimlere yol açmaktadır. Ortadoğu’daki sınır sorunlarının temelinde teritoryal (topraksal) sınır kavramının Avrupalı yapısının bölgenin siyasî kültürüne, geleneklerine ve tarihine uymaması yatmaktadır.
Avrupa’daki egemenlik anlayışı ile bölgede hâkim olan egemenlik anlayışı arasındaki fark da sorunların kaynaklarından biridir. Sınırlar egemen bölgeleri birbirinden ayırır. Çok uluslu devlet yapılarında ve bu bağlamda günümüzde Ortadoğu olarak adlandırılan bölgede, geçmişte egemenlik belirli bir coğrafî alan üzerinde değil de belirli bir topluluk üzerindeki güç ve otorite anlamına gelmekteydi. Bölgede ulus devletin gelişmesine kadar insanlar kendilerini bir devlete değil, bir yöneticiye bağlı hissetmekteydiler. Bir ülkenin vatandaşı değil, bir yöneticinin tebaası idiler. Bölgenin pek çok yöresinde doğal kaynaklar hayatın devam ettirilmesi için yeterli olmadığından insanlar hayatlarını idame ettirebilmek için gerekli kaynaklara ulaşmak amacıyla sürekli hareket halindeydiler. Bu nedenle iki farklı siyasî otoritenin hâkimiyet alanının kesiştiği yerlere yakın yaşayan kişiler, iki farklı otoriteye de bağlılık gösterebiliyorlardı. Bu göçebe hayat tarzı ise Avrupa’da hâkim olan topraksal egemenlik anlayışı ile uyumlu değildi. Bu gerçeklik yapılan sınır anlaşmalarına da yansımıştır.
Devamı Derin Tarih Kasım Sayısında…