Misak-ı Millî, hazırlanması ve kamuoyuna ilân edilmesinin ardından Millî Mücadele’nin esas ve hedefini oluşturmuştu. Misak-ı Millî bir hedef, bir yol haritası olması hasebiyle gerek Büyük Millet Meclisi, gerekse Anadolu yanlısı basın tarafından savunuluyordu. İtilaf devletleri yahut Rusya gibi tarafsız ülkelerle yapılacak antlaşmalarda Misak-ı Millî’nin göz önünde bulundurulması esası Meclis tarafından benimsenmişti.
Nitekim TBMM’nin 21 Mart 1337 (1921) tarihli gizli oturumunda Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Sovyetler Birliği ile ilişkiler görüşülürken söz alan Mustafa Kemal Paşa “TBMM Hükümeti bu günkü şeraite (şartlara) göre Misak-ı Millî’ye muhalif bir sulhe vaz’-ı imza edemez (imza koyamaz). Bunda mahzurlar vardı. Çünkü böyle ufak bir mesele için değil; istiklalimizi temin ve müdafaa için Londra’ya giden murahhaslarımızın elindeki düstur da Misak-ı Millî’dir. Bundan sarfınazar edemeyiz dedik. Onlar da bütün cihana karşı bunu müdafaa edeceklerdir… Diğer taraftan Batum limanı ve şehri için ahalisinin reyine müracaatla vaziyeti tespit olunacaktır. Ârâ-yi umumiye (halk oylaması) müracaat zamanını dahi onlara bırakıyorum. Yani orada da Misak-ı Millî’nin emrettiği kaydı ifade ediyoruz. Şimdi bu esas dairesinde ve Misâk-ı Millî’nin emrettiği bir sulh yapmak isterlerse ona vaz-ı imza edebiliriz. Fakat ‘Batum bila kayd-ü şart terk olunacaktır’ kaydını ihtiva eden bir sulhe vaz-ı imza edemeyiz…” Yine “Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti’nin ve şark ordusunun planı; demek ki bir sulh vardır. Misak-ı Millî’deki kuyudu (kayıtları) muhafaza etmek şartıyla, aksi sulha vaz-ı imza edemeyiz”1 sözleriyle Misak-ı Millî’nin kırmızı çizgi olduğunu belirtmişti.
Şüphesiz Misak-ı Millî’nin en çok mevzu bahis olduğu ve en sert tartışmalara yol açtığı süreç Lozan Barış görüşmelerinin öncesinde ve kesintiye uğradığı devrede olmuştur.
Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…