Sultan II. Abdülhamid 19. yüzyılda dünyayı kasıp kavuran kolera salgınının tehdidinde olan vilâyetlere 25 Kasım 1892’de Bâb-ı Âlî’den bir genelge (Devlet Arşivleri Başkanlığı, BEO, 112/8338-1) gönderilmesini irade etmişti. Genelgede koleradan korunmak için ahalinin akarsulardan su içmemesi, kuyu ve pınar sularını tercih etmesi isteniyordu. Kuyu ve pınar suyu bulamayanların ise suyu kaynatmadan içmemeleri gerektiği ifade ediliyordu. Yine sık sık çay içilmesi, çay bulunamadığı takdirde her yerde bulunabilen ada çayının tüketilmesi tavsiye edilmişti.
Genelgeden de anlaşılacağı üzere halkın içtiği suyun temiz olması koleranın yayılmaması için çok önemliydi. Sultan bunun için zaten tahta çıktığından beri Osmanlı Devleti’nin en kalabalık nüfusa sahip şehri olan ve savaşlar yüzünden devamlı göç alan İstanbul halkına yeni temiz içme suyu kaynakları sağlayabilmek için çalışmalar yaptırıyordu.
Bu açıdan 1892 senesi bir dönüm noktasıdır. Koleranın etkisinin kırılması, halkın temiz suya rahat bir şekilde ulaşabilmesi ve yeni kaynak sularının İstanbul’a ulaştırılması için İstanbul’un birçok yerine yeni çeşmelerin yapılması maksadıyla Kâğıthane’deki menba sularından yeni kaynaklar keşfedildi. Bu kaynakların çeşmelere temiz bir şekilde ulaştırılabilmesi için devrin teknolojisi kullanılacaktı. İstanbulluların içme suları Kırkçeşme, Halkalı ve Taksim suları ile karşılanmaktaydı. Bu kaynaklardan Halkalı sularının sertlik derecesinin yüksek olması, Kırkçeşme ve Taksim sularının da kirlenme ihtimâllerinin bulunması Hamidiye adı verilecek yeni bir su projesinin hayata geçirilmesini tetikledi.
Devamı Derin Tarih Mayıs Sayısında…