Kırım Tatar halkına karşı Rusya rejimleri tarafından işlenen insanlık suçu denildiğinde akla ilk olarak 18 Mayıs 1944’de gerçekleşen büyük sürgün ve sonrasında yaşananlar gelmektedir. Büyük sürgün, Kırım Tatar halkının topyekûn olarak vatanından kopartıldığı ve nüfusunun neredeyse yarısına yakınını kaybettiği, insanlık tarihinin en dramatik ve trajik olaylarından biri olarak tarihçiler ve sosyologlar tarafından pek çok değerlendirme ve incelemeye tabi tutulmuştur. Elde edilen bulgular sürgünü hukukî açıdan değerlendirme ve tanımlama noktasında yeterli delilin toplanmasına fayda sağlamıştır. Kırım Tatar sürgününün hukukî değerlendirmesini yapan çalışmalar çok yenidir ve bazı tartışmalara yol açmıştır. Hukukçular arasındaki bu tartışmalar, sürgünün “soykırım” suçu mu yoksa “insanlığa karşı suç” mu olduğu etrafında toplanmaktadır. “Soykırım” ve “insanlığa karşı suç”un tanımı için İnsan Hakları Beyannamesine, uluslararası anlaşmalara ve bunlarla paralel olan Türk Ceza Kanunu’nun 76. ve 77. maddelerine bakılabilir.
18 Mayıs 1944 Kırım sürgününün hukukî boyutu üzerine yapılan çalışmalardan bir kısmı hadiseyi “insanlığa karşı suç” olarak değerlendirmektedir. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar bu sürgünün mutlaka “soykırım” olarak tanımlanması gerektiğini vurgulamaktadır. “İnsanlığa karşı suç” olarak nitelendirenler iki tespitten hareket etmektedir. Birinci gruba ait değerlendirmeler temelde Kırım Tatarlarına karşı işlenen suçların tarihî sürecini göz ardı ederek, sadece 18 Mayıs 1944’te Stalin rejimi tarafından gerçekleştirilen sürgün fiilini ve bunun sonuçlarını çalışmalarına esas almaktadır. İkinci gruba ait çalışmalar, Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde büyük sürgününün kınanması ve Kırım Tatar halkının rehabilitasyonuna dair çalışmalar başlatmasını hafifletici ve suçun sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik bir fiil olarak görmektedir. Bunlar sürgünün bir halkı topyekûn imha kastını taşımadığı savından hareket etmektedir.
Katılmamızın mümkün olmadığı bu görüş öncelikle tarihî gerçeklere aykırıdır. Özellikle Kırım Tatar halkına karşı Rusya rejimleri tarafından işlenen suçları sadece 18 Mayıs 1944 sürgününden ibaret saymak tarihî ve sosyal gerçeklerle bağdaşmaz. Diğer taraftan, insan haklarına saygı ve insanlığa karşı işlenmiş bir suçu bütün sonuçları ile ortadan kaldırmak, bu suç sonucunda doğan zararları tazmin etmek, suçluları cezalandırmak ve adaleti sağlamak her devletin “erga omnes” yani “herkese ve her şeye karşı” sorumluluğudur ve bu sorumluluğu yerine getirmek, suçu işleyen devletin suç tanımını ve buna karşı öngörülen cezayı hafifletmemelidir.
Kırım Tatarlarına karşı Rusya rejimlerinin işlediği suçlar, Kırım’ın 1783 yılında işgali ile başlamıştır. 18 Mayıs 1944’te ise tarihindeki en şiddetli ve ölümcül haline ulaşmış olup ne yazık ki bugün dahi devam etmektedir. Bu tarihî, sosyal ve güncel gerçeklik Dünya Kırım Tatar Kongresi’nin 31 Temmuz-2 Ağustos 2015 tarihinde yapılan genel kurulunun açılış bildirisinde şu şekilde vurgulanmıştır:
“Tarihî devletimiz Kırım Hanlığı’nın yok edilerek vatanımızın zapt edildiği 1783 yılından bugüne kadar, Kırım’ın tek ve aslî sahibi olan milletimizin yeryüzünden silinip gitmesi için her türlü baskı, sürgün ve katliamlar tatbik edildi. Bütün bu insanlık suçlarını işleyen Çarlık Rusyası ve onun siyasetini çok daha korkunç metotlarla sürdüren Sovyetler Birliği idi. Bugün dünyanın her tarafına, özellikle de Türkiye’ye milyonlarca Kırım Tatarının dağılmış olmasının sebebi bu bitmek bilmeyen zulümdür. Vatandaki ve diasporadaki Kırım Tatarları bu zulümlere maruz kalanların çocukları veya torunlarıdır. Aziz vatanımızda yaşamaya devam eden Kırım Tatarları ise ne yazık ki bu zulmün yeni varyantını yaşamaktalar. Bu son insanlık suçunun faili ise Çarlık Rusyası’nın ve Sovyetler Birliği’nin varisi olmakla ve onların bütün kanlı icraatlarıyla övünen bugünkü Putin Rusyası’dır.”
Devamı Derin Tarih Mayıs Sayısında…