İslâm dünyasının büyük sıkıntılarla yüzleştiği 13. yüzyıl, Müslümanlar açısından talihsiz bir dönem olarak kabul edilir. Bir önceki asırda başlayıp süreci ve etkileri devam eden Haçlı istilaları, Moğolların batıya yönelip bazı devletlerin yanı sıra Bağdat’taki Abbâsî Devletini/Hilafetini de (750-1258) ortadan kaldırarak İslâm dünyasını yakıp yıkmaları gibi meşum hadiseler bu yüzyılda gerçekleşmiştir.
Doğudan ve kuzeyden Moğollar ile onlara tâbi olan Çukurova ve civarındaki Ermeniler, Suriye sahilleri ve Antakya’da küçük prenslikler kuran Haçlılar, İslâm dünyasının merkez bölgeleri olan Fırat’ın batı kısmıyla Suriye, Mısır ve civarını sarmıştı. Bu sırada Müslüman devletlerin hükümdarları Moğol ve Haçlılarla mücadele için güçlerini birleştirmek yerine birbirleriyle savaşıyorlardı. Moğol istilası devam ederken Suriye ve Mısır topraklarında hâkim olan Eyyûbî Devleti (1171-1462), Suriye’de başında meliklerin bulunduğu birçok küçük devletçiğe bölünmüştü ve bu melikler birbirleriyle mücadele içerisindeydi. Selâhaddin Eyyûbî (1171-93) gibi bir İslâm kahramanından sonra onun ayarında bir hükümdar çıkaramayan Eyyûbîler Moğol ilerleyişinin doğuracağı sonuçların tam anlamıyla farkına varamamışlardı.
İslâm dünyasındaki bu feraset eksikliği Moğolların işine yaramış, 13. asrın ilk yarısında Türkiye Selçuklu Devleti’ni (1075-1308) ve dolayısıyla Anadolu’yu hâkimiyeti altına alan Moğollar, yüzyılın ikinci yarısının başlarında da İran ve Azerbaycan’ı istila etmişlerdi. Moğolların batıya doğru ilerleyen güçlerinin başında bulunan Hülâgû (1256-65) söz konusu bölgelerin ardından bu sırada Bağdat ve civarında hüküm süren ve İslâm dünyasının manevî liderliği dışında bir etkinliği kalmayan Abbâsî Devleti’ni hedef almıştı. Bu hedef doğrultusunda 1258 yılında Bağdat’a giren Hülâgû, Abbâsî Devleti’ni ortadan kaldırdığı gibi burada büyük bir katliam da gerçekleştirdi. İslâm dünyasının merkezini tahrip eden Moğolların bu seferki hedefi Suriye ve Mısır topraklarıydı.1
Suriye’de, bahsedildiği gibi önemli bir kısmı şehir devletçikleri hâlinde olan Eyyûbîler hâkim durumdaydı. Mısır’da ise ağırlığını Kıpçak Türklerinin oluşturduğu Bahrî Memlükler grubu, Eyyûbî Devleti’nin Mısır’daki hâkimiyetine son vererek kendi devletlerini kurmuşlardı. Bu grup Eyyûbîlerin Mısır’daki son hükümdarlarından el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb (1240-49) tarafından satın alınıp yetiştirilmiş memlüklerden müteşekkildi. Suriye’deki Eyyûbî meliklerinin tehditleri, Haçlı saldırıları, köle-asker (memlük) kökenli olmalarından dolayı yaşadıkları siyasî meşruiyet krizi daha kuruluş döneminde Memlükleri (1250-1517) büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakmıştı. Bütün bu sıkıntılara memlük hizipleri arasındaki çekişmeler ve başka bazı iç problemler de eklendi.2 İçeride bunlar yaşanırken Moğollar Suriye’nin büyük kısmını kısa sürede ele geçirmiş ve Memlük Devleti’ni tehdit etmeye başlamıştı. Memlük Devleti’nin destek alacağı veya dayanışma içine gireceği güçlü bir Müslüman devlet de kalmamış, hatta daha önce Mısır’daki Türkleri tehdit eden ve onlarla defalarca savaşan Eyyûbî melikleri, Moğollara kolayca teslim olmuştu. Bunlar arasında bizzat Hülâgû’nun yanına gidenler, ailesini rehin olarak gönderenler olduğu gibi Moğol güçlerine katılanlar dahi çıkmıştı.
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…