Rusya Türklerinin ilk siyasî temsilcisi kabul edilen Abdürreşid İbrahim Efendi’nin hayatı bütünüyle bölge Müslümanlarının, Asya Türklüğünün uyandırılması ve birliğinin temini faaliyetleriyle geçtiğinden, o, kelimenin tam mânasıyla bir mücahittir. Müslümanların bilgilenmesi, gerçek ve samimi bir dinî hayat yaşayacak donanıma sahip olması ve şuur kazanması hususunda olduğu kadar İslâmiyet’in, başta Japonya olmak üzere, şahsen ulaştığı her yerde yayılması için çalışmıştır. Yakın arkadaşı Mehmed Âkif Bey’in tabiriyle “sa’-yi dâim / sa’-yi medîd” anlayışını prensip edinerek, tükenmez bir enerjiyle durmadan çalışmış, dolu dolu bir ömür yaşamıştır.
Buharalı bir Özbek ailenin çocuğu olarak, kendi ifadesine göre “23 Nisan 1857’de Sibirya’da Tobolsk ilinin Tara kasabasında” doğdu. Babası Ömer Efendi devrin siyasî hadiselerine karışmış bir vatanperver, annesi kız çocuklarına okuma yazma öğretmek ve eğitim vermekle tanınmış Başkurt Türklerinden muallime Afîfe Hanım’dır. Genç yaşta ailesinden ayrılarak tahsile başlayan İbrahim, Elmen’de öğrenim gördüğü sırada 1871’de annesini, kısa süre sonra da babasını kaybederek kimsesiz kaldı. 12 yaşındaki küçük kardeşini de yanına alıp, 14 yaşında çalışmaya başladı. Bir taraftan kardeşini okuttuğu gibi kendisi de çevre kazalardaki medreselerde tahsil gördü. Teman Medresesi’nde bir süre eğitimine devamdan sonra, devrin tanınmış medreselerinin bulunduğu Kışkar’a gitti. Burada okurken pasaportunun süresi bittiği için tahsiline ara vermek zorunda kaldı. Kırgız kabileleri arasında hocalık ve imamlık yaparken “Müslümanlığı yaydığı” için yakalanarak hapse atıldı. Bir sene süren hapishane hayatında, Rusya’nın değişik yerlerinden, pek çoğu siyasî ve dinî olaylara karışmaktan suçlu bulunmuş Türklerle tanıştı. Onlardan Rus esaretindeki Türk halkların durumu hakkında bilgi edindi.
Hapisten çıktıktan sonra kaldığı yerden halkına hizmete devam etti. Bu devre onun için hem dinî ve millî bilincinin arttığı hem de elde ettiği dinî bilgileri bölge insanlarına aktararak tecrübesini artırdığı ve milletini daha iyi tanınmaya vesile olan bir zaman dilimiydi.
1879’da bir liman şehri olan Orenburg’a ulaşarak deniz yoluyla, gizlice İstanbul’a kaçtı (1880). İki ay kadar süren ikameti sırasında önde gelen Osmanlı münevverleriyle tanıştı; haccetmek ve tahsilini tamamlamak üzere Mekke’ye gitti. Yarım kalan tahsil hayatını tamamlamak için bir süre Medine’de kaldı. Çeşitli âlimlerden ders okuyarak kıraat, fıkıh ve hadis ilimlerinden icâzet aldı. 1884 yılı sonunda İskenderiye’den gemi ile İstanbul üzerinden memleketi Tara’ya döndü. Medine’de dinî ilimler tahsili yapmış icazetli bir hoca olarak büyük törenle karşılandı ve buradaki medresede ders vermeye başladı (1885).
Şehrin ileri gelenleri buradan ayrılmaması için kendisini evlendirmek isteyince, gerektiğinde ilmî faaliyetlerde bulunmak için Tara’dan ayrılmasına izin verilmesi şartıyla teklifi kabul ederek ilk eşiyle evlendi. Kısa bir süre sonra, Medine’ye talebe götürmek üzere İstanbul üzerinden ikinci defa hacca gitti. Öğrencileri Medine’deki medreselere yerleştirerek Tara’ya döndü.
Bu devrede attığı ilk önemli adım, o yıllarda bütün Orta Asya Türk dünyasını etkisi altına almış olan yeni eğitim anlayışına uygun bir “usûl-i cedîd” okulu açarak eğitim çalışmalarını sürdürmek olmuştur. Bu adımı, yayın dünyasına fiilen girmesi takip etti. Çarlığın baskısı altında ezilen ve Hıristiyanlaştırılan Müslümanların dinî ve millî kimliklerini korumaları için Anadolu’ya göçmelerini teşvik eden Livâü’l-hamd adlı risâlesini yazdı ve İstanbul’da gizlice bastırdıktan sonra Rusya’da dağıttı. Onun bu teşviki üzerine, 1908’lerde Sibirya Türklerinden yüzlerce aile Anadolu’ya göç etmiş, bir kısmı da Osmanlı hükümeti tarafından Konya’nın Cihanbeyli ilçesine bağlı, kendisinin de bir müddet yaşadığı Reşâdiye, -günümüzdeki adıyla Böğrüdelikköyüne yerleştirilmiştir.