Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki şehirlerinden Tartûs’un yaklaşık 30 kilometre güneyinde, “Hamîdiye” isimli şirin bir sahil kasabası vardır. Dışarıdan bakıldığında, yakınlardaki diğer kasabalardan farksız görünen Hamîdiye, aslında acı bir hatıranın eseridir.
Hamîdiye’nin hikâyesi, 1897 senesini The Manchester Guardian gazetesinin muhabiri olarak Balkanlarda ve Girit’te geçiren İngiliz Henry Noel Brailsford’un (1873-1958) şu satırlarına yansıyan vahşetle yakından alakalı:
“Giritliler, Ada’nın doğusundaki Sitia (Estiye) bölgesinde, Müslüman azınlığa yönelik tam bir toplu kıyım gerçekleştirdiler. Ben, elbiseleri ve vücutları paramparça olmuş halde bu hadiselerden canını kurtarmayı başaran Müslüman kızları kendi gözlerimle gördüm. Teselya bölgesine düzenlenen askerî harekâtlar sırasında, Yunan askerleri genç bir Türk esiri bir ağacın dalına baş aşağı astıklarında ben de oradaydım. İstedikleri bilgileri versin diye (tehdit etmek için), başının tam altına ateş yakmak üzere odun ve saman yığdılar. Neyse ki, onlar ateşi tutuşturmadan önce, çocukcağız bazı şeyleri söylemeyi kabul etti. Bu sırada, İtalyan askerleri de bu duruma şahitlik ediyordu.”
1876 tarihli Girit Salnamesi’ne göre Ada’nın toplam nüfusu 227 bin 871’di. Bunun 135 bin 780’i Hıristiyanlardan oluşurken, Müslümanların sayısı 91 bin 746 idi. Henry Noel Brailsford’un bizzat şahit olduğu saldırılar sonucu, Girit Müslümanlarının binlercesi ya öldürüldü ya da adayı terk etmek durumunda kaldı. Bilhassa kırsal kesimde yaşayan Müslümanlar Kandiye, Resmo ve Hanya gibi Müslümanların yoğun yaşadığı şehirlere akın ettiler. Ne yazık ki, buradaki Müslüman varlığı da çok uzun ömürlü olmayacaktı.
Girit’e muhtariyet verilmesiyle sonuçlanan 1897 olaylarında adadan ayrılan Müslüman Türkler, Sultan II. Abdülhamid’in bizzat müdahalesiyle imparatorluğun çeşitli bölgelerinde iskân edildiler. İşte, Tartûs’un güneyindeki Hamîdiye kasabası da, Giritli muhacirlerin barınması için kurulmuş bir yerleşim birimiydi. Atalarının yüzyıllardır yaşadığı muhteşem adanın havasına biraz yakın bir atmosfer oluşsun diye, Akdeniz kıyısındaki bu mevki tercih edilmişti. Hamîdiye’de bugün de Giritli ilk muhacirlerin torunlarından bazılarını bulmak mümkündür.
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına giden süreçte Balkanlarda ve Rumeli’de Müslüman ahaliye reva görülen mezalim, Girit’te yaşananlardan ibaret değildi elbette. 1800’lerin başından 1923’e kadar geçen yaklaşık bir asır boyunca, imparatorluğun yalnızca batı kesiminde en az 2 milyon Müslüman, türlü güçlükler altında göç ettirilmiş, katliamlardan geçirilmiş, din değiştirmeye zorlanmış ve eziyetlere uğramıştı. Bu acı sürecin en trajik safhalarından biri ise, 1821 sonbaharında Mora Yarımadası’ndaki Tripoliçe’de yaşanmıştı.
İlerleyen sayfalarda tafsilatlı bir şekilde okuyacağınız Tripoliçe katliamı, Yunanistan’ın bağımsızlığının hangi bedellerle gerçekleştiğinin ibretlik bir örneğidir. Osmanlı İmparatorluğu’nu ve onun varisi olarak görülen Türkiye Cumhuriyeti’ni her vesileyle suçlama yoluna giden ve tarihteki çeşitli hadiselerin bütün yükünü Osmanlı’nın omuzlarına yıkma kolaycılığına meyleden Batı muhayyilesi, Tripoliçe katliamını dünyaya unutturmayı başarmıştır. Kendi suçlarının hesabını vermeden başkalarını suçlamayı seçen Batı için, böylesi çok daha kolay bir kaçış yoluydu şüphesiz.
Tarih madem hafızadır ve toplumlar da hafızalarıyla var olurlar, o halde buyurun, kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden gerçekleştirilen bir mezalimi yeniden hatırlamaya ve bu vesileyle maziye daha kapsayıcı bir biçimde bakmaya…
Devamı Derin Tarih Ekim Sayısında…