Dünyada ilk uçak denemesi Wright Kardeşler tarafından 1903’de gerçekleştirilmiştir. 12 saniye süren bu ilk denemede uçak ancak 37 metre uçabilmişti. Bu, Wright Kardeşler için şu anlama gelmektedir: 37 metre uçabilen bir uçak, 37 bin metre de uçabilir!
R. Diesel de hangarda mazotlu motorunun ilk denemesini yapar. Sadece tek bir patlama sesi duyulur. Bütün ölçü aletleri, manometreler her biri bir tarafa fırlar. Ve Diesel göklere uçar. Bu motor artık çalışacaktır. Prensibi doğrudur.
Nasıl ki bir çocuğun ileride ne olacağını doğduktan hemen sonra değil de ancak biraz palazlanınca kestirebilirseniz, aynı durum yeni icatlar için de geçerlidir. Mesela Graham Bell başka bir niyetle yaptığı telefonun bugünkü halini hayal bile edemezdi. Ancak Her Rudolf Diesel’in mazotlu motorun geleceği hakkında net bir fikri vardı. Onun değerinin farkındaydı!
Osmanlı göklerinde uçak, çok erken tarihlerde, 1911-12’lerde görünmeye başlar. Bunu bir tarafa koyup şu soruyu soralım: Mustafa Kemal hiç uçağa bindi mi? Hayır, hiç binmedi. Çok garip değil mi! Bu kadar yenilikçi, devrimci ve Batıcı biri nasıl olur da uçağa hiç binmez?
Fakat hakkını yemeyelim. 1910’da Paris Picardi’de uçak gösterileri yapılacaktır. Ali Rıza Paşa ile Mustafa Kemal de gösterileri izlemek üzere oradadır. İzleyicilerden isteyeni de uçağa bindirirler. Mustafa Kemal de heveslenip binmek ister. Ali Rıza Paşa, “Bilmediğin aş, ya karın ağrıtır ya baş” diyerek onu engeller. Biraz sonra Mustafa Kemal’in bineceği uçak, gösterisinin tam da bittiği sırada alev alır ve yere çakılır. Bu olaydan sonra Mustafa Kemal, anlaşıldığı kadarıyla, uçaktan hep uzak duracaktır.
O Atatürk, hiç korkar mı, diyeceksiniz. Evet ama gerçek bu! Ya Erkan-ı Harbiye Umumi Reisi (Genelkurmay Başkanı) Fevzi Çakmak? O da binmemiş. Devletin tepe kadrosu uçağa o kadar uzak ki! Keşke bir kere de olsa binselerdi. Eğer binselerdi, Cumhuriyet’in uçak serüveninde birçok şey değişebilirdi. Bu şartlarda uçağa çok uzaktan bakan zevatın, uçağın gelecekte neler vaat edeceğini anlaması imkânsızdı.
Hele Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak bu yeni teknolojik icatlara hep uzak, aynı zamanda karşıdır. O dönemlerde savaş gemilerinin top menzili 10 kilometredir. Onun için kıyıya 10 kilometreden daha yakın fabrika yaptırmaz, yarın 25 kilometre menzilli top yapılamayacakmış gibi. 10 kilometre menzilli top yapabilen bir teknoloji, yarın 25 kilometre menzilli top da yapar. Bu yüzden Karabük Demir-Çelik en uygun yer olan Zonguldak’a yaptırılmamış, menzil bakımından daha güvenlidir diye Karabük’e izin çıkmıştır. Bugün artık menzil bile yok. Mareşal uçağın, tankın savaşta işe yarayacağına da inanmaz. Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı gibi, İspanya İç Savaşı’nı örnek göstererek, rahatlıkla, “Harpte tankın ve uçağın büyük değeri olmadığı sabit olmuştur” diyebilmiştir. Onun için ordu demek eski usul kalabalık kara ordusu demektir (Çankaya, s. 243).
Uçağa hiç binmemiş, dolayısıyla bir uçağın fonksiyonlarını hiç bilmeyen bir insanın uçağın gelecekte bir ülke için neler vaat ettiği üzerinde kafa yorması da beklenemez. Bunlar ancak böyle bir tipolojinin söyleyebileceği sözlerdir. Fevzi Çakmak için böyle gelecek vaad eden yeni teknolojilerin önemi yoktur. Bunun idrakinde değildir. Mustafa Kemal de ,İnönü de değildir. O idrakte olsalardı Fevzi Çakmak’la meseleyi tartışırlardı.