İslamofobinin, yani İslâm karşıtlığının Avrupa ülkeleri arasında son zamanlarda hiç olmadığı kadar yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bunun son 20 senedir Ortadoğu’dan Afrika’ya uzanan İslâm coğrafyasındaki kaos ve savaşlardan bağımsız olduğunu düşünmek oldukça zor. Amerika’nın 2003 yılında Irak’ı işgali etmesi bu kaosun başlangıç noktasına yerleştirilebilir. Akabinde naif bir şekilde isimlendirilen “Arap Baharı” ile Ortadoğu ve Afrika’da şahit olunan çatışma ve savaşlar, bu coğrafyada yaşayan halklar başta olmak üzere birçok insanın hayatını etkilediği gibi bölgenin sınırlarını aşan bir krize dönüşmüştür. Bunun da muhtemel tesiriyle Avrupa’nın en kalabalık Müslüman nüfusunu barındıran Fransa, İslâm karşıtlığında en öne çıkan Batılı ülkelerdendir. FORIF (Le forum de l’Islam de France-Fransa İslam Forumu) bu karşıtlığın sistematik ve müesses hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni bir diyaloğun imkânı ve ülkedeki Müslümanları temsil için kurulduğu iddia edilen bu forumun aslında İslâm’ın Fransa’nın menfaatlerine uygun olarak şekillendirilmek gayesiyle tesis edildiğine dikkat çekilmektedir. Aslında geçmişten günümüze bazı ilişki biçimlerinin hiç de değişmediğini söylemek gereksiz olacaktır. Yine de, bazı şeyler unutulduğunda toplumsal-tarihsel hafızanın zaman kazandırma kabiliyetinin tersine döndüğü gerçeğini çarpıcı bir şekilde hatırlatmaktadır bize.
Genel olarak Batılıların, özelde ise Fransızların İslâm ya da Müslümanlarla ilişki kurma biçimindeki tezatlar aslında hiç de yeni değil. Bu durum Fransızlar söz konusu edildiğinde 200 yıllık bir geçmişe sahip olan Mısır’ın işgaline kadar geri götürülebilir. Temmuz 1798’de Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız askerleri Mısır’ı işgal etmişlerdi. Üç yıl süren işgal Mısır-Osmanlı bağlamında olduğu kadar dahili-harici, bir başka açıdan ise yerel-bölgesel birçok değişimi beraberinde getirecektir.
İşgalin sağlıklı bir değerlendirmesini yapmanın yolu, onu geniş ölçekli tarihî bağlamına yerleştirmekten geçiyor. Aslında bu belki de harcı alem olmuş bir usuldür; ancak pratikte hâlâ kolayca gözden kaçabilmektedir. Dolayısıyla öncelikle küresel emperyalist arenaya kısaca değinmekte yarar var. Bunun yanı sıra “Devrim Fransa’sının” kendi iç dinamikleri ayrıca önem arz etmektedir. Bilindiği üzere 18. asrın son dönemi Fransızlar açısından oldukça netameli bir sürece denk gelir. Gerek emperyalist rekabette Amerika ve Hindistan’da kaybettiği sömürge toprakları, gerekse devrim sürecine giden, hatta sonrasında da devam eden iç savaş ve peşi sıra doğurduğu karışıklıklar, en sonunda devrimin kendi çocuklarını da yediği “terör dönemi” Fransızları kaotik bir geçiş sürecinin bitmek bilmez zorluklarıyla karşı karşıya bırakmıştır. Bu hususlara ilave olarak, Napolyon’un Fransız yönetimi açısından kontrol edilemez olması, Mısır’ın işgaline giden sürecin önemli veçhelerinden bir diğerini teşkil etmektedir.
Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…