Amerikan İç Savaşı 1861 yılından 1865’e kadar sürdü ve Amerikalıların yaptığı en ağır bedelli ve yıkıcı savaş oldu. Günümüzde Amerikalıların büyük çoğunluğu ve aynı zamanda neredeyse bütün tarihçiler, savaşın temel nedeninin toprak sahibi seçkinlerin elindeki köleliğe dayanan tarım sisteminin sürdürülmesi olduğu fikrine katılmaktadır. Kısacası, günümüzde Amerikalıların büyük bölümü Amerikan İç Savaşı’na köleliğin neden olduğuna inanmaktadır. Ancak bütün Amerikalılar buna inanmıyor ve Amerikan İç Savaşı tarihinin yorumlanması son zamanlarda Amerikan siyasetinde kutuplaştırıcı bir soruna dönüşmeye başladı.
Savaşın bitmesinden hemen sonra, konfederasyona dâhil eski konfedere devletler (güneyli birleşik devletler) arasında Konfederasyonun Kayıp Davası (The Lost Cause) olarak bilinen bir efsane ortaya çıktı. 1866 yılında Edward Pollard, The Lost Cause: A New Southern History of the War of Confederates (Kayıp Dava: Konfedere Devletler Savaşının Yeni Bir Güneyli Tarihi) adlı kitabını yayınladı. Burada güneylilerin onurları, eyaletlerin hakları ve kuzeyliler tarafından işgal edilen vatanlarını savunmak için savaştıkları fikri savunuluyordu. Ünlü konfederasyon generali Jubal Early ile eski konfederasyon başkanı Jefferson Davis, eski konfederasyon ordusu generali Robert E. Lee (ve diğer konfederasyon komutanlarını) efsanevî kahramanlar statüsüne taşıyarak, Kayıp Dava fikrini savunmaya devam etti. 1940’lara gelindiğinde, ABD’de kapsamlı bir ‘Kayıp Dava’ literatürü ortaya çıktı ve genişlemeye devam etti.
ABD 20. yüzyıla girerken, Kayıp Dava mitolojisi müzik, edebiyat, tarih kitapları, kamusal alanlardaki anıtlar, konfederasyon gazi grupları ve onların soyundan gelenler, bayramlar ve anı günleri, ailelerin “geleneksel bilgi aktarımı” yoluyla Amerikan güneyli kültüründe halkın bilincinin derinlerine kök saldı. Hatta 1939 tarihli Rüzgâr Gibi Geçti gibi filmler bile köleliği, içinde kölelerin mutlu ve iyi muamele gördüğü yararlı bir kurum olarak tasvir ederek Kayıp Dava mitolojisine katkıda bulundu. Gerçekten de Rüzgâr Gibi Geçti’nin açılış konuşması, tarihin içini boşaltıp yerine nostalji ve efsane doldurmaktadır:
“Bir zamanlar Eski Güney adı verilen, şövalyeler ve pamuk tarlalarının yurdu olan bir ülke vardı. Burada, bu güzel dünyada kahramanlık son kez yenildi. Burada Şövalyeler ve onların güzel eşleri, Sahipler ve Köleler son kez görülecekti. Bunlar artık kitaplardaki özlenen birer hayalden başka bir şey değil. Bir medeniyet rüzgar gibi geçti gitti…”