Salgın hastalıklar insanlık tarih kadar eski olmakla birlikte bunlarla ilgili ilk yazılı bilgilere mukaddes kitaplar ile eski çağlara ait kitabe ve tabletlerde rastlıyoruz. Günümüze yaklaştıkça kayıpların sayısının azaldığını, tıbbî bilgiler ve teknik imkânlar geliştikçe ilaç ve aşı üretiminin hızlandığını, tedavilerin eski yıllara göre çok daha kolay yapıldığını ve hastalıklarla mücadelede çok daha etkin önlemler alınabildiğini görmekteyiz. Ancak günümüzde artan bilgi ve iletişim yolları sebebiyle bu hastalıkların çok daha hızlı yayıldığı, hatta kimi kötü niyetli ve istismarcı kişilerce yönetilip yönlendirildiği de bir gerçek.
Salgın hastalıklarla ilgili olarak Amerika’da Barry Youngerman’in yaptığı bir araştırmaya göre salgın hastalıklara yol açan patojenler esas olarak 6 farklı şekilde bulaşıcılık göstermektedir: 1- İnsandan insana, 2- Böcekten insana, 3- Hayvandan insana, 4- Gıdadan canlılara, 5- Anneden çocuklarına, 6- Medikal işlemlerden insanlara. Bunlar içerisinde özellikle hayvan-insan ilişkileri dikkat çekicidir. İlmî tespitlere göre köpekler evcilleştirildiğinde kızamık, inekler evcilleştirildiğinde tüberküloz ve difteri insana bulaşmıştı. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, yakın tarihimizde milyonlarca insanın ölümüne yol açan çiçek, grip, verem, sıtma, kolera ve kızamık gibi hastalıklar hayvan hastalıklarının evcilleştirilmiş haliydi. Araştırmalara göre insanların köpeklerle 65, sığırlarla 50, koyun ve keçilerle 46, atlarla 35, domuzlarla 42, kümes hayvanları ile 26 ortak hastalığı var. Bunlardan daha çok kış aylarında görülen ve vücuttaki bitlerle yayılan tifüs pislik, sefalet ve kötü beslenmenin etkisiyle ortaya çıkmıştı.
Dünyanın ilk ciddi salgın hastalığı “Kara Ölüm” olarak da isimlendirilen vebadır. Son 1500 yılda kıtalararası üç büyük veba salgını görüldü. İlki Mısır ile Bizans topraklarından buğday gemileriyle dünyaya yayılmış, ikincisi 14. asır ortalarında Asya, Afrika ve bilhassa Avrupa’da çok sarsıcı izler bırakmış, üçüncüsü ise 19. asrın sonlarından itibaren Orta Asya ve Çin’den başlayarak dünyanın bazı bölgelerinde etkili olmuştu. 1331’de Orta Asya’da başlayan ikinci salgında pireler ve farelerin üzerinde veya kilim, halı, elbise ve ev eşyaları taşıyan kervanlarla önce Kırım’a, oradan da İtalya yoluyla Avrupa’ya yayılmıştı. İngiltere kralının sarayını başka şehre taşıdığı bu salgında en iyimser rakamla Avrupa nüfusunun dörtte biri yok olmuştu. Bu salgın Osmanlı’da da hayli etkili olup Fatih’in Batı seferleri sonrasında bir süre İstanbul’a geri dönememesine yol açmıştı.
Sultan II. Abdülhamid, dönemin sıklıkla karşılaşılan bulaşıcı hastalıklarına karşı tedbir hususunda hep öncü olmuş, Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip ederek modern tedavi metotlarının Osmanlı topraklarında da uygulanması için hem yurtdışına tıbbî heyet göndermiş, hem de burada enstitü ve tedavi merkezlerinin kurulmasını sağlamıştır. İşte Sultan’ın dünya liderlerine örnek olacak seferberlik hareketi.
Devamı Derin Tarih Nisan Sayısında…