Ayasofya’nın müzeden tekrar camiiye dönüştürülmesi üzerine Türkiye’de devlet, aydınlar ve toplum arasındaki ilişki biçimi yeniden tartışma gündemimize girdi. Girdi ama ne yazık ki medyatik kafanın çıkardığı gürültüden, akademik ve sistemik kafanın sesi işitilemez durumda. Malûm ‘Üç Kafa Modeli’mi hatırlatayım: Medyatik Kafa, günlük düşünür; zaman ufku birkaç haftadan birkaç yıla kadardır. Haydi mülayim davranıp 10 yıl diyelim. Akademik Kafa, yıllık düşünür; zaman ufku birkaç yıldan birkaç onyıla kadardır. Yaklaşık 100 yıl diyelim. Sistemik Kafa, sistem çapında ve asırlık düşünür. Zaman ufku ortalama 1000 yıl diyebiliriz. Mesela, içinde yaşadığımız Kapitalist dünya sisteminin anlamlı bir tahlili için uygun zaman çerçevesi Immanuel Wallerstein için asgari 500 yıldı, Andre Gunder Frank içinse 5000 yıl. Her iki hâlde de, sistemin “başlangıcına” gidip oluşumunu ve işleyiş ilkelerini kavramadıkça, mümkün/muhtemel/mukadder geleceği hakkında hiçbir makul söz söyleyemezdik!
Aydınlarımızın büyük kısmı ne yazık ki medyatik kafalı. Yıllar önce, Taksim parkında Mehmet Genç Hoca’yla oturmuş, memleket ahvaline dair söyleşiyorduk. Söz dönüp dolaşıp aydınlara geldiğinde, Necip Fazıl hakkında unutulmaz bir değerlendirme yaptı: “Ankara’da talebeydik. Ben, Sezai Karakoç, filan. Necip Fazıl geldiğinde dinlemeye giderdik. Üstad kimseyi beğenmez, açıkçası bizi de, gözümüzde büyüttüğümüz en mühim aydınları da küçük görürdü. Onun bu hâlini şairliğine hamleder; kendini İstanbullu bir aristokrat saydığından, biz dahil bütün ‘Anadolu çocuklarını’ horladığını düşünürdük. Yıllar sonra İstanbul aydınlarına karışıp, çoğunun ne mal olduğunu yakından gördükten sonra, ‘Necip Fazıl baştan sona haklıymış’ dedik!” Genç Hoca’ya T. S. Elliot’ın Amerikan aydınlarına dair bir sözünü hatırlattım: “Amerikalı aydın ancak 40 yaşına ayak bastığı zaman 1 yaşındaki Avrupalının idrâk seviyesine ulaşır!” Gülerek, benim ‘teorim’ daha acımasız dedi: “Türk aydını 39 yaşına kadar bebektir; 40 yaşında bunak olur!”