Gazeteciliğimin ilk yılları. Acemilik, gözü karalık… Adına ne derseniz üstümdeydi. Ankara’da ünlü Rüzgarlı Sokak’ta önce Ulus sonra Adalet’te, Zafer’de tutunmaya çalıştığım günlerdi. İş derseniz bir var bir yok. Ulus’un istihbarat şefi Teoman Karahun Mersinliydi. “Kıbrıs karışık. Her an savaş çıkabilir. Donanma Mersin’de. Meslekte tutunmak için fırsat istemiyor muydun? Al işte, asker röportajları.” Tereddüt etmeden “Tamam” dedim. Tamam da nasıl giderim? Param yok, basın kartım yok, nerede kalırım… Bir yığın soru. Neticede gittim. Elimde sadece Mersin’de yerel gazete ve matbaa sahibi Nimet Tufan’ın ismi vardı. “Onu bul, yardım eder” dediler. Gittim, buldum, yardım etti Nimet abla ve oğlu Tankut. Tevfik Sırrı Gür Stadı’nın içinde bir odada yatıp kalkmaya başladım. Doğruydu, donanma orada, Taşucu’ndaydı.
Gerçek şu ki gerginlik had safhadaydı. 1967’de Yunanistan’da darbeyle iktidarı ele geçiren cunta Atina’da prestij kaybettikçe Megalo-İdea’ya sarılıyor, ENOSİS/EOKA söylemleriyle Türkleri hedef alan kanlı saldırılar gerçekleştirerek Kıbrıs’ı biraz daha uçuruma sürüklüyordu. O aşamada savaş çıkmadı. Ben röportajlar yaptım, eş-dost edindim. Ankara’ya döndüm ama birkaç ay sonra yeniden Mersin yolu göründü. Dolayısıyla tanışıklıklar sayesinde Barış Harekâtı’nın ilk adımı olan çıkarmayı izleme şansı buldum.
İleride Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Emin Göksan Paşa 1974’te tuğamiral rütbesinde çıkarma filosu komutanıydı. 74 senesinin 24 Temmuz’u öncesi yapılan bir dizi tatbikatı onun müsaadesiyle takip edebildim. Ordunun bazı sivil teknelere el koyduğu, yanıltma harekâtları için ticarî gemilerden konvoylar oluşturup muhtemel askerî harekâtı perdelemeye çalıştığı dönemdi.
23 Temmuz 1974 gece yarısı harekât emri geldi. Adaya inmeme koşuluyla çıkarma gemilerinden birine binme izni aldım. Tecrübeli gazetecilerin bir kısmı Genelkurmay’ın oluşturduğu “savaş muhabirleri” listesiyle karargah gemisine alınmışlardı. Meslektaşımız Adem Yavuz’un şehit edildiği, Ergin Konuksever’in vurulduğu, işkence gördüğü, kalanların bir kısmının tutsak alındığı tablodan söz ediyorum.
10 çıkarma gemisi ve toplam 60 gemiden oluşan filo, Mersin’den halkın sevgi gösterileri, marşlar, “Allah Allah” nidaları arasında uğurlandı.
Deniz yolu deyince Haydarpaşa, Üsküdar, Beşiktaş güzergahını bilen; dalga deyince Boğaz’ın çırpıntısını tanıyan benim için ilk yarım saat sonunda midem alt-üst oldu. Deniz “şaap şaap” diye çıkarma gemisinin altına değil de mideme vuruyordu sanki. Utanıyordum bu halden ama çevreme baktığımda pek çok kişinin aynı vaziyette olduğunu gördüm. İstifra eden, başı dönüp düşen, kendini uykuya bırakan… Ne ararsanız vardı. Karadenizliler hariç askerlerin çoğu bu haldeydi diyeyim de haksızlık olmasın. Coğrafya kaderdir, lafı boşuna söylenmemiş.