Ayn Calut: Câlût’un gözü. Câlût’un gözünün çıkarıldığı yer, yani Filistin toprakları… Tâlût, Hakk’ın; Câlût ise bâtılın ve zulmün bayraktarıdır. Câlût kibirlidir. Devasa vücudundan ve yenilmez sandığı kuvvetinden, büyük ordusundan gelmektedir bu kibir. Ama Hz. Dâvûd’un (as), Allah’ın izniyle alnının ortasına attığı bir taş o kibri yok etmiştir. Sapandan başka silahı olmayan Dâvûd’un bu taşı, Hakk’ın bâtıla indirdiği öldürücü bir darbedir. Hadisenin yaşandığı mekân sonraları “Ayn Calut” olarak anılmıştır.
Kur’an’da Tâlût-Câlût kıssası olarak yer alan bu vaka ile Müslümanlara, kalabalık oluşlarından dolayı müşrik ordularından korkmamaları ve yılmamaları hatırlatılmış olabilir. Câlût gibiler farklı zamanlarda yine zuhur eder. Ama yine bir taşla devrilir bütün Câlûtlar. Bu taş bazen Dâvûd’un elindedir, bazen de Kutuz’un. Dâvûdlar da tükenmez, Câlûtlar da! O gün Câlût olan, başka bir zaman Moğol olur. Hadise yine aynı bölgede cereyan eder: Ayn Calut.
İbranicede Dâvûd “en sevilen kişi, göz bebeği” anlamına gelir. Allah Dâvûd’a hükümdarlık ve peygamberlik vermiştir. Kutuz ise “Tanrıdan kut almış Oğuz” demektir. Yüce Mevla ona da Câlût gibi olan Moğolları yenmesi için güç ve hükümdarlık vermiştir. Müslümandı Kutuz. Hülâgû Budist. Hülâgû’nun annesi Sorgaktani Hatun, karısı Dokuz Hatun, yakın arkadaşı ve komutanı Ketboğa (Kitboğa) ise Nestûrî Hıristiyanlardı. Moğol İmparatorluğu’nun farklı dinlere gösterdiği hoşgörüye rağmen Hülâgû’nun Müslümanlara düşmanlığının sebebi buydu. Onun devrinde Hıristiyanlığın nüfuzu artmış, birçok kilise ve manastır yapılırken bazı mescitler kiliseye çevrilmiş, Müslümanlar zulüm, işkence ve katliama maruz kalmıştır.
İbnü’l-Esîr Moğol girdabını şöyle dile getirir kitabında: “…Buhtunnasr’ın İsrâîloğullarına karşı giriştiği katliam ve Kudüs şehrini tahrip etmesi kaydedilir. Bu lanetli heriflerin (Moğolların) tahrip ettiği ve Müslümanların başına getirdiği felaket ne İsrâîloğullarının başına gelen felakete benzemiştir, ne de Kudüs’ün tahrip edilmesine. Harabeye çevrilen her bir şehir Kudüs’ün başına gelen felaketi yaşamıştır. Müslümanlardan öldürülenlerin sayısı İsrâîloğullarından öldürülenlerle kıyaslanamaz. Moğolların bir şehirde öldürdükleri Müslüman sayısı belki yeryüzünde yaşayan bütün Yahudilerin toplamından çok daha fazla idi. (…) Dünyanın sonlarına doğru zuhur edecek olan Deccâl, kendisine tâbi olan insanlara dokunmayacak, fakat kendisine muhalefet edenleri yok edecektir. Ama Moğollar yeryüzünde hiç kimseyi sağ bırakmadılar. Kadınları, erkekleri, küçük yaştaki çocukları toptan katliama uğrattılar; hatta hamile kadınların karınlarını deşerek taşıdıkları ceninleri bile öldürdüler. Böyle bir musibet karşısında, innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci‘ûn, velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-‘Aliyyi’l-‘Azîm (Şüphesiz biz Allah’ın kullarıyız ve yine ona döneceğiz, güç ve kuvvet ancak yüce ve büyük olan Allah’ın yardımı iledir) demekten başka çaremiz yoktur (…) Kulaklar bir benzerini daha işitmiş değildir. Bu felaket başka bir hiçbir felakete benzememektedir.”
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…