Vakıf kurumu İslâm/Osmanlı sosyal devlet anlayışının parlak numuneleri olarak asırlardır insanlığa ilham veriyor. Fakat aralarında biri var ki, cüzzamlı hastaları barındırma hizmetiyle hepsinden farklı bir ahlak zemininde kurar teknesini: Miskinler Tekkesi.
Cüzzamlıları lanetleyen Avrupa’nın yüzünü kızartacak türden bir uygulamadır bu. Hatırlayın, Avrupa’da 15. yüzyıla kadar bırakın bu hastalığın teşhis ve tedavisine ihtimam gösterilmesini, büyücü sayılan cüzzamlılar Tanrı’nın laneti olarak damgalanmış ve en ağır hakaretlere maruz bırakılarak şehirlerin dışına sürülmüşlerdi.
Arapça cezem kökünden gelen, vücudun bir parçasını koparma anlamındaki cüzzam, bir basilden kaynaklanan, sinir sistemi ve deri olmak üzere pek çok organı etkileyebilen ve ciltte ürkütücü şekil bozukluklarına neden olan bir hastalık. “Zavallı” ve “hareketsiz” anlamlarını da barındırmasına binaen cüzzamlılara tahsis edilen kurum, Osmanlı sosyal diline “miskinhane” olarak yerleşir.
Miskinler Tekkesi’ndeki “miskin” ifadesinin nereden geldiğini öğrendik. Peki ya “tekke”?
Halktan ayrı tutulan miskinhaneler çoğunlukla tarikat pîri türbelerinin yanında bulunmaları ve yerleşik grup halindeki hayatı kucaklamaları sebebiyle tekkelere benzetilmiş. Cüzzam hastaları halkın arasına karışamayacağından dervişler gibi münzevi bir hayat tarzını benimsediklerinden “tekke” ifadesi de eklenmiş adına. Hatta idarecilerine “şeyh” denilmiş.
Hem sağlıklı kişileri bu illetten korumak, hem de halk içinde yaşama şansı bulunmayan cüzzamlılara yaşayabilecekleri bir ortam sunmak amacıyla ilk miskinhane Sultan II. Murad döneminde Edirne’nin Kirişhane semtinde hizmete girmiş (1421). Bunu Üsküdar, Bursa, Lefkoşe, Kandiye ve Sakız’da açılanlar takip etmiş. En önemlisi ise Yavuz Sultan Selim zamanında (1514) yaptırılıp 1927’ye kadar Toptaşı Bimarhânesi’ne bağlı olarak hizmet veren Karacaahmet Miskinler Tekkesi.
Osmanlı’da tekke ve dergâh dervişlerine bahşedilen ihsan geleneğinin, miskinhanenin “tekke” adına hürmeten cüzzamlı hastalara da sadaka verilmesine vesile olduğunu biliyoruz. Yolculuk halindeki halk, genellikle şehirden uzakta ve işlek yollar üzerine kurulan bu tekkelerin sadaka taşı denilen oyuklarına gönüllerinden kopanı bırakırlardı. Kapıda bekleyen ve sadakaların bırakıldığını gören “gözcü dede” hastalara haber verir, sonra hep birlikte dua ederlerdi. Şeyh dediğimiz lider sadakaları toplar, hastalar arasında bölüştürürdü.
Hatırlatmakta fayda var; mescidi, çeşmesi, bahçesi ve hasta hücreleriyle sosyal bir kurum olan miskinhanelere bir süre sonra Evkaf Nezâreti (Vakıflar İdaresi) tarafından istihkak verilip hastaların geçimleri garanti altına alınmıştır.
Devamı Derin Tarih Kasım Sayısında…