“Atatürk’ün halkçılıktan, geniş katılmalı bir demokrasiyi değil, yalnız anti-monarşizmi, statü ayrıcalıklarına düşmanlığı anladığı açıktır. Muhalefetten hiçbir zaman hoşlanmamış, muhaliflerin varlığına katlanmak zorunda kaldığı zamanlarda da, onlara âdeta askerî bir taktik uygulamıştır. TBMM’nin birinci ve ikinci dönemlerinin başlarında, 1920 güzünde sol muhalefete, 1923-24’te de sağ muhalefete karşı, önce bölmek ve bir bölümünü ele geçirmek, daha sonra öteki bölümünü aşırılığa iterek, en sonunda büsbütün yasaklatmak yöntemini izlemiştir. (…) (1930’daki üç aylık Serbest Cumhuriyet Fırkası oyunu sayılmazsa) 1925’in ilk yarısından itibaren, Türkiye’de muhalefete ve dolayısıyla siyasete yaşama hakkı tanınmamıştır. Milletvekilleri onu değil; o, milletvekillerini bir bir seçmiştir. Teslim etmek gerekir ki, ilk yıllarda Atatürk’e karşı çıkan sol ve sağ muhalefet oldukça sığ bir düzeydeydi. Önemleri, geniş ölçüde bastırılmış olmalarından ileri gelmektedir. Fakat Atatürk onları kaldırdıktan sonra, halk kitleleriyle doğrudan bir ilişki kurmakta pek başarılı olamamıştır. Artık Atatürk konusuna boş övgüsüz ve sövgüsüz yaklaşmayı öğrenmeliyiz. Bize ve ona böylesi yaraşır.”
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…