Batı’nın üstünlüğü ele geçirmeye başlamasıyla kendisini tarihin öznesi haline getirmesi paralel bir zaman dilimine tesadüf etmektedir. Bunu çok iyi görenlerden biri olan Edward Said, meşhur Oryantalizm kitabına Napolyon’un Mısır’ı işgali ile başlamıştı. Zira ilk defa Bonapart, salt bir askerî orduyla değil bir ekiple Mısır’a çıkmıştı. Fransa’nın Mısır’ı işgali âdeta ülkenin yeniden keşfi gibi anlatılmış; ordudaki botanikçi, zoolog ve ressamlar Mısır’ı karış karış gezip resmetmişlerdi. İşgal ile birlikte Rosetta Taşı bulunmuş, bu metin sayesinde Mısır hiyeroglifi çözülmüştü.
Fransız İhtilali’nin Konsül döneminde iktidarını sağlamlaştıran Napolyon’un gayesi, İstanbul merkezli Doğu ve Batı’yı birleştirmekti. Zaten bu sebeple Mısır ve Suriye havalisine yönelmişti. Ancak Napolyon’un, İskender’in Helenistik bir dünya kurma modelinden ilham alan bu hayali bir Osmanlı valisinin varlığıyla engellenmişti: Cezzâr Ahmed Paşa.
O zaman Cezzâr Ahmed Paşa kimdir, bir bakalım…
Aslen Bosnalı olup doğum tarihi farklı kaynaklarda 1720, 1722 veya 1735 olarak gösterilmektedir. Efsanelerle dolu olan gençlik yılları hakkındaki kesin bilgi, İstanbul’a gelerek berberlik yaptığı ve bir vesileyle Bosna valisi Hekimoğlu Ali Paşa’nın hizmet ve himayesine girdiğidir. Hayatının dönüm noktası olan bu hadise sonrasında, 1756 yılında Ali Paşa’nın Mısır’a vali tayin edilmesiyle birlikte onunla birlikte Mısır’a gelir.
Hekimoğlu Ali Paşa’nın yanında iken 1758’de, Emirü’l-hac Salih el-Kâsımî’ye kapılanıp hacca gitti. Ardından Hekimoğlu’nun görevinden ayrıldığını görerek, Mısır’da büyük bir nüfuza sahip olmaya başlayan Bulutkapan Ali Bey’in memlüklerinden Buhayre sancakbeyi (kâşifi) Abdullah Bey’in hizmetine girdi. Abdullah Bey’in Hunadi urbânına (bedevî, çöl Arabı) karşı yaptığı seferde öldürülmesi üzerine Mısır’da müstakil bir idare kurmaya çalışan Ali Bey tarafından Buhayre sancakbeyliğine getirildi. Bazı kaynaklara göre Hunadi urbânı ile yaptığı savaşlarda birçok kişiyi develeriyle birlikte öldürdüğü için kendisine “deve kasabı” anlamına gelen “Cezzâr” lakabı verildi. Ayrıca bu lakabın, korku ile karışık takdir hislerini belirtmek için kendisine halk tarafından verildiği, çok önceden beri bu şekilde anıldığı, hatta düşmanlarını sindirmek, askerî meziyetlerini ifade etmek ve kendi adamları üzerindeki otoritesini yerleştirmek için özellikle bu lakabı kullandığı da ileri sürülmektedir. Anlaşıldığı üzere Paşa sert tabiatlıydı ancak Şark insanı böyle kudretli ve âdil idarecileri sevdiği için bir problem yaşanmıyordu.
Kısa zamanda şöhret bulan Cezzâr, Bulutkapan Ali Bey’in 18 has memlükü arasına girdi. Ali Bey, Cezzâr Ahmed Paşa’nın hizmet ve çalışmalarından memnun kaldığından kendisine imaret tevcih ederek sancakbeyi yapmış ve ona “Ahmed Bey el-Cezzâr” demeğe başlamıştı. Ancak bu durum çok uzun sürmedi. Zira Mısır’da bir devlet kurmak için fırsat kollayan Ali Bey, hedefini tesis gayesiyle bazı teşebbüslere girişti. Kendisini memlük beylerinin entrikaları arasında bulan Cezzâr, Kahire’de barınamayacağını anlayıp İstanbul’a kaçtı.
Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…