Şam’ın simgesi Emevî Camii’nin kuzey yönüne açılan avlu kapısından çıktığınızda, hemen solda kırmızı bir kubbe görürsünüz. Bu kubbenin altında “Şarkın en sevgili sultanı Salâhaddîn” yatar. İslâm dünyasının içeriden ve dışarıdan büyük krizlerle boğuştuğu bir zaman diliminde yaşayan Salâhaddîn-i Eyyûbî, 1187’de Kudüs’ü Haçlı işgalinden temizlemiş, ardından kıyamet sabahında yeniden uyanmak üzere, çok sevdiği Şam’ın koynunda son uykusuna dalmıştır.
Salâhaddîn-i Eyyûbî türbesinin kuzeybatı cihetindeki kırmızı kubbe ise, İslâm tarihinin en büyük kahramanlarından Melik Zâhir Baybars (1223-1277) ve oğlu Saîd Nâsiruddîn Muhammed Bereke’ye (1260-1280) ev sahipliği yapar. Kabrin etrafını kuşatan medrese, ismini sultandan almıştır: Zâhiriyye. Yüksek eyvanları, süslü taç kapıları ve havuzlu iç avlularıyla, Zâhiriyye Kütüphanesi ve Medresesi, İslâm sanatının en seçkin örneklerinden biridir.
Deşt-i Kıpçak’ta1 başlayan ve Sivas, Halep ve Şam’ın köle pazarlarına uğrayarak hükümdarlık tahtına kadar uzanan Baybars’ın filmleri aratmayacak hayatı, Şam’da Beradâ Nehri’nin kıyısındaki muhteşem sarayında (Kasr-ı Ablak) sona ermiş. Bir rivayete göre, başkası için hazırlanmış zehirli kımızı yanlışlıkla içerek…
Baybars da, tıpkı Selahâddîn-i Eyyûbî gibi, vefat ettiğinde ilk önce Şam Kalesi’ne defnedilmiş. Aslında kendi vasiyeti Şam kırsalındaki Dâreyyâ’ya gömülmek olmasına rağmen, oğlu ve siyasî varisi Saîd Muhammed Bereke, babası için şimdiki türbeyi hazırlatmış. Burada ilginç bir ayrıntı daha var: Baybars adına türbe, medrese ve kütüphane olarak düzenlenen mevcut bina, Fâtımîler döneminde Ahmed al Akîkî isminde bir zatın eviymiş. Salâhaddîn’in babası Necmuddîn Eyyûb (v. 1173) daha sonra burayı satın alarak ailesini yerleştirmiş. Hatta Salâhaddîn, çocukluğunun bir kısmını bu evde geçirmiş.
Hikâyenin sonunda Salâhaddîn, evin karşı sokağına defnedilirken, Mısır’daki Eyyûbî yönetiminin sona ermesinde de büyük rolü bulunan Baybars, bir zamanlar Salâhaddîn’in babasına ait olan eve “yerleşmiş”. Babasından sonra ancak iki yıl tahtta kalabilen Saîd Bereke ise, Memlûk emirlerinden Kalâvûn tarafından sürgüne gönderildiği eski Haçlı kalesi Kerak’ta -bugün Ürdün sınırları içindedir- henüz 19 yaşındayken öldükten sonra, Şam’a babasının yanı başına dönmüş. Tarih enteresan sürprizlerle dolu…
Hemen yanında yine Baybars’ın adını taşıyan bir de klâsik halk hamamının bulunduğu Zâhiriyye Kütüphanesi, günümüze mimarî açıdan mükemmel biçimde korunmuş olarak ulaşmasını, Suriye yakın tarihinin önemli simalarından Muhammed Kürd Ali’ye (1879-1953) borçlu. Irak’ın Süleymaniye kentinden Şam’a göç eden bir ailede, Kürt bir baba ile Çerkes bir annenin oğlu olarak doğan Muhammed Kürd Ali, 1918’e kadar Osmanlı İmparatorluğu’na sadık kalmış bir isim. Türklerle Arapların bir arada yaşaması gerektiğini savunan Muhammed Kürd Ali, imparatorluk dağılınca kendisini tarihî ve kültürel çalışmalara adamış. Arapçanın yanı sıra Türkçe, Kürtçe ve Fransızcaya da ana dili seviyesinde hâkim oluşu, ufkunu genişletmiş. 1919’da Arap Dil Akademisi’ni kuran ve merkez olarak da Zâhiriyye Kütüphanesi’ni seçen Kürd Ali, 1953’teki vefatına kadar akademinin başkanlığını yapmış2. Kendisinin ayrıca 1920-1928 arasında Suriye hükümetlerinde iki kez eğitim bakanlığı vazifesi var. Hayatı boyunca üç büyük Avrupa turuna çıkan ve her seferinde izlenimlerini kitaplaştıran Muhammed Kürd Ali, arkasında çok sayıda telif, tercüme ve tahkik eser bırakmış. Zâhiriyye başta olmak üzere onlarca tarihî binanın ihyası da yine onun eserlerinden.
Sultan Zâhir Baybars, bugün Suriye ve Mısır’da olduğu kadar, Kazakistan’da da meşhur. Kazaklar kendisini “hemşehri” kabul ederek, hatırasına büyük saygı duyuyorlar. Yakın tarihte, dönemin Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in 2007 Kasım’ında Şam’a gerçekleştirdiği resmî ziyaretin duraklarından biri Zâhiriyye Kütüphanesi ve Baybars’ın buradaki kabriydi. İki ülke arasında imzalanan anlaşma sonucu, Kazaklar Baybars’ın türbesini tamamıyla imar ettiler.
Toz bulutları dağıldıktan sonra, bugünden tarihe bakınca: Küçücük bir alanda Türkleri, Arapları, Kürtleri, Çerkesleri, Kazakları bir arada ve kendi rollerini oynarken görmek, “İslâm medeniyeti” dediğimiz birikimin nasıl doğduğunu yeniden hatırlatıyor.
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…