Kur’an-ı Kerim’in Kehf Suresi’nde adı geçen Mecma’-ul-Bahreyn kanaatimce İstanbul’dur. İbrahim (as) dininden muvahhid Fenikeliler, Boğaz’ın Asya yakasında “Mecma’-ul-Bahreyn” şehrini kurmuşlardır. Bugün Yuşa Tepesi dediğimiz yerde büyük bir hanif mabetleri vardı. O sırada batı tarafındaki Ayasofya’nın bulunduğu yerde de Elenlerin bir küçük balıkçı kasabası vardı. Musa (as) Hızır diye andığımız Nebi ile buluşmak için Mecma’-ul-Bahreyn’e yeğeni Yuşa ile birlikte MÖ 13. asırda geldi. Beyt-i Kaş da denen bu mabet sonradan dilimizde Beykoz haline giren yer adını almıştır. Musa (as), yanında kız kardeşinin oğlu Yuşa (as) ve Hızır (as) Beykoz kıyısından küçük bir tekneyle Batı yakasına hareket ettiler. Sultanahmed semtinin aşağısında, Kadırga yöresine gelince limanda gemiden indiler. Hızır (as) gemiyi delmiş gibi gösterdi. Bu gemi Ehlibeyt’in simgesi idi (delinmiş gibi gösterilen gemi).
Kadırga limanından Sultanahmed meydanına doğru tırmanırlarken Hızır (as) yine bir rü’yet ile bir erkek çocuğu öldürmüş gösterdi (bu da son peygamberin İshak (as) değil, İsmail (as) soyundan geleceğine işaret idi). Elenlerin balıkçı kasabasına gelince, Hızır (as) kasabanın surları içinde Ayasofya’nın bulunduğu yerde yıkık bir duvarı düzeltmiş olduğu rü’yetini gösterdi. Bunu da “bu duvarın altında iki yetimin hazinesi vardır, rüştlerine erişinceye kadar hazinenin talan edilmemesi” amacıyla açıkladı.
Kanaatimce bu iki yetim, rüştlerine henüz erişmemiş İsa (as) ümmetiyle İslam ümmetidir. Rüştlerine erişmeleri, Mehdi (as) ve Mesih (as)’ın birlikte zuhuruyla olacaktır.
Daha sonra Elenler bölgenin hakimiyetini ele geçirdiler. “Mecma’-ul-Bahreyn” adını Sthyme-Polis, Boğaz’ın Nur Geçidi adını da “phos”u “bos”a çevirerek “inek geçidi” yaptılar. Yuşa Tepesi’ndeki Mabed’e de -Kabe’de olduğu gibi- batıl ilah heykelleri yerleştirdiler. Yuşa ve Musa’nın Hızır’ı ararken Asya yakasında geçtikleri tepenin adı da Fenike dilindeki “tell (till)”den, Osmanlı dönemindeki “Telli Baba” şeklini aldı.
Hazret-i Ali (as)’ın şehadetinden sonra Resul-ü Ekrem’in (sas) ve Emirü’l- mü’minin’in vasiyetiyle münzevi olarak geldi. Eyüp dediğimiz semt de türbesinin bulunduğu yerdeki kulübede zahid hayatı sürdü. 668-670’te vefat etti. Bizans’ın Hıristiyan halkı da onu bir aziz olarak gördüler. Mihmandar şehre zuhurun da mihmandarı olmak üzere damga vurdu. İkinci damgayı da iki yüz yıl kadar sonra On İkinci Ehlibeyt İmamı’nın (as) annesi Nergis Hanım tarafından dedesi Aziz İgnatius vurdu. Önce Ayasofya yanına defnedildi. Daha sonra patrik olan hasmı Photios buradan cenazeyi Yuşa Tepesi’ndeki eski Hanif Mabedi’nin yerinde yapılmış olan Aziz Mikail Kilisesi’ne nakletti. İgnatius ismi Yuşa’yı karşıladığı ve Yuşa (as) da Musa (as) ile buraya gelmiş olduğu için Beşiktaşlı Yahya Efendi, bu kabri Yuşa’nın kabri olarak ilan etti. Sünbül Sinan Camii’nin avlusu ve müştemilatında olan üç hanım kabrinin “imparator kızına ait” deneni, İgnatius’un annesinin, avluda olup İmam Hüseyin (as)’ın iki kızı denen kabirler de iki kız kardeşinin kabirleridir. Kanaatimce, iki yetimin ikisi de rüşde ermeden, en uygun olan, Ayasofya’yı müze olmaktan çıkarmak ve iki yetimin çocuklarının ziyaretine mübarek bir mabed olarak açmak, bir köşesinde Hıristiyanlar için bir şapel ayırmak, uygun bir diğer yerinde de Müslüman ziyaretçilerin namaz kılmaları için bir yer ayırmak idi.
Sözüm dinlenmedi Hâââmûûûş!