Bu Antakya’nın mayasında bir şeyler var zahir. Anavatandan 21 yıl ayrı kaldığından mıdır yoksa Osmanlı’daki etnik ve dinî çeşitliliği bir şehir çapında misal-i musaggar olarak temsil etmesinden midir bilinmez, aykırı adamlar çıkarmakta üstüne yok. 150’liklerden Sorbon doktoralı edebiyat öğretmeni Ali İlmi Fani ve yılmaz Nazım Hikmet müdafii sendikacı Kemal Sülker gibileri bir yana, önümüzde iki çarpıcı kişilik duruyor: Cemil Meriç ve Yalçın Küçük. Cemil Meriç aykırı bakışlarıyla nasıl Türk aydını içerisinde bir tür pirincin içindeki taş muamelesi görmüşse, Yalçın Küçük de solda, sosyalist çevrede aynı muameleye tabi tutulmuştu. Çünkü Türk solunun ve entelektüellerinin yaşadığı Kemalizasyon veya Kemalist dönüşüme direniyor ve itirazlarını sosyalist/Marksist temellerden kışkırttığı “tezler”le dillendiriyordu. Bağımsız Hatay Devleti’nin kurulduğu yıl dünyaya gelen, Hatay’ın “ana vatan” Türkiye’ye iltihakı ve Türkiye tarafından ilhakında henüz bir yaşında olan Küçük, yetiştiği yıllarda müthiş bir sosyal laboratuvar olan Antakya mozaiğinin kendi formasyonunu nasıl etkilediğini şu sözlerle anlatmaktadır: “Bugün de özlemini duyduğum benim çocukluğumdaki en sevdiğim arkadaşımın adı Züheyir’di, bir Arap çocuğu. Bir George, Aldo, Michael, tabii Güngör de var. Böyle bir toplumun çocuğuyum… Böyle bir söz uygunsa çok karışık bir kentte büyüdüm ben. O bir avantaja dönüştü, dezavantaja da dönüşebilirdi. Bütün halkları seviyorum.”
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…