1) Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine kadar Osmanlı’nın Hilâfet kurumu ile teması ve ilişkisi hakkında ne söyleyebiliriz?
Osmanlı Devleti’nin kurucuları Osman Bey ve oğlu Orhan Bey zamanında Cuma ve Bayram hutbelerinde padişahın adından önce, Konya’da bulunan Selçuklu sultanı ile Kahire’deki Abbasî halifesinin adı zikredilmiştir. İslam devletlerinde “hutbe” hâkimiyet sembolüdür. 1335’te Moğolların Anadolu hâkimiyeti son bulana kadar Osmanlı Devleti ve hükümdarlarının Selçuklulara, sonra da Moğollara (İlhanlılara) bağlılığı kabul edilmektedir. 1335 yılından 1516’ya kadar ise padişahın adından önce sadece Kahire’deki Abbasî halifesinin adının zikredildiğini biliyoruz. Bununla birlikte, hilâfet bir müessese olarak Osmanlılara geçmeden önce de padişahlar için “halife” unvanının çeşitli vesilelerle kullanıldığı kayıtlara yansımıştır. Bunlar Yavuz Sultan Selim’den sonraki evrensel Hilâfet iddiasından ziyade, güç ve istiklâl sahibi olan Müslüman bir hâkimin siyasî idarede Hz. Peygamber’in (sas) takipçisi olması veya Araplardaki “emîr” anlamında ulemâ çevrelerinin literatür tercihinden ibarettir. Nitekim Orhan Gazi’nin oğlu Sultan I. Murad’ın akıncı beyi Evrenos Gazi’ye verdiği “sancak” beratında, “Ol vilâyetler, Hak subhanehû ve teâlâ hazretlerinindir, ondan sonra Resûlünündür, ondan sonra Allah subhânehû ve teâlâ hazretlerinin emr-i şerifiyle Resûl Aleyhisselâm’dan sonra halifesinindir” ibaresi kullanılmıştır. Buradaki “halife”nin, “emîr” anlamında Sultan Murad’a nispet ettiği açıktır. Öyle ki, daha sonra Sultan Murad Hüdavendigâr Mısır’a gönderdiği elçi aracılığıyla, Mısır/Abbasî halifesinden hükümetinin şer‘î, yani İslamî kurallara uygun olduğuna dair icazetnâme, kendisine de “Sultan-ı Rûm” unvanı verilmesini istemiştir. Halife de ona istediği icazetnâmeyi verdiği gibi, devletine Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, saltanat sülâlesine de Hânedân-ı Âl-i Osman denildiğine dair gerekli menşûr ve ber‘atı göndermiştir. Bu geleneğin Yavuz Sultan Selim devrine kadar değişik vesilelerle tekrarlandığı kayıtlara yansır. Dahası, Osmanlı padişahları, Mısır/Abbasî halifeleri ile bir rekabete girmemişlerdir. Osmanlı-Memlûk rekabeti ancak Sultan I. Mehmed (1412-21) devrinden görülmeye başlanır. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra ise fetih, Hilâfet’i bile gölgelemiştir. Fatih’ten itibaren Osmanlı-Memlûk rekabeti zaman zaman savaşlara sebep olmuş, ancak Osmanlı sultanları ile Mısır/Abbasî halifeleri arasında bir rekabet görülmemiştir. Zaten Mısır/Abbasî halifelerinin siyasî güçleri söz konusu olmayıp varlıkları manevîdir. Yavuz Sultan Selim ile Osmanlı padişahları hilâfeti kılıç hakkı olarak kendi unvanları arasına katmış, padişahların hilâfeti, Dört Halife (Hulefâ-yı Râşidîn)’den sonra kurumun kazandığı siyasî görünümden ibaret olmuştur.
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…