Tarihi binlerce yıl öncesine uzanan Yahudilik, entelektüel gelişim bakımından en ihtişamlı devrini Müslümanların hâkimiyetinde olduğu dönemde yaşamıştır. İslâm düşünce ekolleri ve mezheplerinin oluştuğu ilk asırlardaki dinî tartışmalardan Yahudi ilahiyatı da etkilendi. Bu etkileşim neticesinde 8. yüzyılda Yahudi kutsal kitabını esas alan yeni bir mezhep ortaya çıktı. Kutsal kitabı çok okudukları (karâ) ve dinin ana kaynağı olarak gelenek yerine Yahudi kutsal kitabı Tanah’ı (Yahudilerin Tevrat ve Zebur’u da ihtiva eden kutsal kitabı) esas aldıkları için “Karâîlik” adını alan bu mezhebin mensupları kendilerine, Karâî âlim Benyamin en-Nihavendî’den (9. yüzyıl) itibaren Bney Mikra (Tevrat’ın Oğulları) adını vermişlerdir. Rabbânî geleneğin aksine, kutsal kitap dışında vahiy mahsulü başka bir metin olamayacağını düşünen Karâîler, bu görüşleri yüzünden Ortodoks Yahudilerin tepkisini çekmiş ve Ortaçağ boyunca iki mezhep arasında ciddi tartışmalar zuhur etmiştir.
Bilinen ilk tartışma 761 yılında, Yahudi âlim Anan ben David’in (ö. 795), Babil’deki akademi başkanlarının yani gaonların kabul ettiği Talmud’un (Tevrat’taki ayetleri açıklayan, yorumlayan ve oradan hareketle hükümler çıkaran Yahudi sözlü geleneğinin ve Rabbânî hukukunun temel eseri. İslâm literatüründeki tefsir ve fıkıh kitaplarının muadili olarak düşünülebilir.) otoritesini reddetmesiyle başlar. Yahudi ilahiyatçılar tarafından yapılan Tevrat yorumlarının vahiy mahsulü olduğunu kabul etmenin mümkün olmadığını düşünen Anan ben David Babil’i terk edip Filistin’e yerleşir. Burada görüşlerini anlatacağı bir sinagog kurar. Rabbânîler ise bu eleştirileri onun “gaon” olma arzusunun gerçekleşmemesine bağlayarak şahsi bir mesele gibi göstermeye çalışırlar. Anan ben David ayrılıkçı tavrı yüzünden Abbâsî Halifesi Mansur tarafından cezalandırılıp hapse atılır. İlginç olan, Rabbânî kaynaklarının Anan Ben David’in Yahudi toplumundaki itibarını yok etmek için, onun hapiste tanıştığı Müslüman bir fakihin fikirlerinden etkilendiğini iddia etmeleridir. Sonraki dönemlerde bu kişinin Ebu Hanife olduğu ileri sürülecektir. Ancak İslâm kaynaklarında bu hususta herhangi bir bilgi yer almamaktadır.
Kurgu bile olsa bu anlatı Rabbânîlerin Anan Ben David’i ve görüşlerinin ne kadar ciddiye aldıklarını göstermesi bakımından oldukça mühimdir. Rabbânîlerin din anlayışına karşı ciddi eleştiriler getiren Ben David’e göre, kendi içtihatlarından müteşekkil Talmud’u dinin temel kaynağı olarak kullanan din adamları, aslında Tevrat’ın açık hükümleri varken, bağlamdan kopuk yorumlarıyla kutsal kitabı tahrif etmektedirler. Oysa dinî hükümler için Tevrat tek başına yeterli olup onu doğru yöntemlerle yorumlamak gerekmektedir. Karâî âlimlerin Rabbânîlere yönelik eleştirileri bu görüş etrafında şekillenir. Tevrat’tan çıkarılan hüküm veya yorumların bir araya getirildiği Talmud’un vahiy mahsulü olduğu kabulü, Yahudilikte “Sözlü Tevrat” geleneğini doğurmuştur. Karâîlere göre bu durum, Rabbânî âlimlerin “vahiy aldıklarını” söylemeleri ile eş anlama gelmektedir ki bu, Tanrı’ya karşı büyük bir iftiradır. Rabbânîler aslında bu yolla kendilerini peygamber yerine koymaktadırlar.