Mustafa Kemal’in 10 Kasım 1938’de vefatı üzerine matem yazılarıyla beraber siyah-beyaza bürünen gazeteler, onu tabulaştıran, hatta tanrılaştıran yazı, şiir ve makalelere yer verdi. Bunlardan belki en dikkat çekeni, Vâ-Nû mahlasıyla tanınan Vâlâ Nurettin’e aitti. “Atatürk’ün kalbi İstanbul’a gömülmelidir!” başlığı altında şöyle yazıyordu:
“Öğreniyoruz: Naaş tahnit edilmiş. Atatürk’ün kalbi ne oldu? O kalp ki bir kitap dolusu şehname’dir! O kalp ki birinci krizden sonra onu biraz daha bahşedecek kadar mukavemet gösterdi ve sahibini, on beşinci yıldönümü gününe kadar yaşattı. O kalp ki…”
Conkbayırı’nda Gazi’nin kalbi üzerine isabet eden mermiden bahisle devam ediyor:
“O kalp İstanbul’u kurtarmak için düşmana hedef olmuştu. Öyleyse onun etrafında Atatürk’e ikinci bir mozole yapmak ve onu İsmet İnönü devrinin büyük ümran çevreler ile çevirmek İstanbul’un hakkıdır.”
Vâ-Nû “Mustafa Kemal’in kalbini İstanbul için istiyoruz.” “Gelecek Türk nesillerinin ona Bizans ve Osmanlı şaheserlerini kıskandıracak bir maddi ve manevi mahfaza yapacaklardır” dedikten sonra Gazi’nin kalbinin İstanbul’un hakkı olduğunu belirterek bitirir yazısını.
Çok değil, iki gün sonra cevap gelir: Önce 15 Kasım 1938 tarihli Anadolu gazetesinde haber tekrarlanır. Ama ertesi gün 3. sayfada bir başka ses yükselecektir küçücük bir sütundan: “O kalbin yeri, Millet Meclisidir!” Dr. O.N.E. bir mektup yollamış ve Vâlâ Nurettin tarafından yapılan teklifi doğru bulmadığını söyleyerek şöyle bir teklifte bulunmuştur:
“Benim gönlüm öyle istiyor ki Türk vatanı için çok çarpmış olan o büyük kalp topraklarda çürümesin, yazık olur. O vatanın kalbi olan Büyük Millet Meclisine yakışır. Bu vatan kalbi, halâskârın kalbini kendi içinde saklamalı ve bundan sonra Millet Meclisleri kararlarını verirken karşısında o kalbi görmeli ve onun duyguları ile hareket etmelidir!”
Tartışmanın fitili ateşlenmişti bir kere. Aynı gazetenin 16 Kasım tarihli nüshasının 2. sayfasında İrfan Hazar “Hayır!…” başlığı altında Atatürk’ün kalbini İstanbul’a bırakmaya razı olmadıklarını söylüyordu:
“Söyleyiniz nasıl onu İstanbul’a terk ederiz? Bizce onun yeri, ayrılmayan vücudiyle birlikte Kabemiz olan Ankara’dadır. Kalbimiz ve Kabemiz olan Ankara! Onu, gözyaşları içinde çırpınan on yedi milyon Türk, ancak sana emanet ediyor. Yalnız sana!”
Yazı “Atatürk’ün toprağa gömülmesine razı değiliz” diye devam ediyordu:
“Hayır! Biz Atatürk’ün dimdik ayakta durduğu halde, toprağa gömülmeden, hususi bir salonda yaşatılmasını istiyoruz. İlmin son terakkileri Atatürk’ü bu hususiyetleriyle canlandıracak ve onu canlıymış gibi asırlarca yaşatacak bir derecede kuvvetli formüllere maliktir. Atatürk’ü toprağa gömmek artık ondan fiziki hiçbir nişane bırakmamak demektir. Her yıl Cumhuriyet Bayramlarında tavaf edeceğimiz Atatürk’ü toprağa gömmeyelim! Onu dimdik ve ayakta olarak bütün canlılığıyla asırlara hâkim kılalım!”
Devamı Derin Tarih Şubat Sayısında…