Avrupa devletleri 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’ni zora sokmak, sömürgeciliği kolaylaştırmak, Hıristiyan misyonerlere destek çıkmak amacıyla gayrimüslimlerle ilgilenmeye başlayıncaya kadar büyük İslâm coğrafyaları ciddi sayıda gayrimüslim bir nüfus barındırmış ve Müslümanlar onlarla birlikte yaşamıştır. Gerek hukuk gerekse birlikte yaşamak bakımından bu vâkıa İslâm’a ve Müslümanlara mahsus bir istisnailiktir. Tanzimat’la birlikte gelen müsavat (eşitlik) politikaları ve yeni hukuk arayışları ise, bu hukukî-kültürel yapıları köklü bir şekilde değiştirmiş ve tektipleşmeye zorlamıştır.