“Evvelki vasiyet budur ki, kapudan kendi korsan değil ise derya hususunda ve derya cengi ahvalinde korsanlar ile meşveret edüp dinleye…” İlk öğüt: Kaptan, kendi korsan değilse, deniz konusunda ve deniz savaşı durumunda korsanlar ile danışıp onları dinlemelidir.
Kâtip Çelebi’nin Tuhfetü’l-Kibar fi Esfaril-Bihar, yani “Deniz seferleri hakkında büyüklere
armağan”ında, “derya ve donanma ahvaline müteallik korsanlar vesayasındandır” başlığı altında ilk vasiyette böyle deniliyor.
Bu öğüdün “korsan” kelimesinin sözlüklerdeki “gemilere saldıran deniz haydudu, deniz hırsızı” anlamını haleldar etmediği söylenebilir mi?
Osmanlı ilim tarihinin müstesna siması Kâtip Çelebi’nin metninde korsanın “tecrübeli, görmüş geçirmiş denizci” anlamına geldiğini kavramak zor değil. Çelebi, vasiyetlerin sekizincisinde de şöyle diyor: “Baştarda reisleri cezayirde ve deryada niçe yıllar gezmiş, korsanlık etmiş ola.”
“Baştarda”, yani kadırga cinsinden zamanın büyük savaş gemisi… Bunların reislerinin adalarda ve denizde nice yıllar gezmesi ve korsanlık etmesi gerekiyor. “Korsan” burada bir denizcilik tarzını anlatıyor ki, bu da tamı tamına “deniz akıncılığı” dır. Bunun haydutluğu, çapulu, yağmayı aşan bir tarz olduğunu bir kenara yazalım.
Devamı Derin Tarih Dergisi Temmuz 2016 Sayısında…