Osmanlı-Habsburg ilişkilerine oryantalist bir pencereden bakıldığında savaşlar ve diplomatik görüşmelerin yan etkileri olarak romantik etkileşimler cereyan etmiştir: Türk kahvesi, lale kokusu ve Mozart’ın Alaturka eseri gibi. Ancak çok fazla bahsi geçmeyen buruk bir tarihî gerçeklik daha mevcut: Hıristiyan olan Müslümanlar.
Bu, güncel bir hadise olduğu kadar tarihî bir vakıa da. İslam dünyasında yaşanan ve sonu gelmeyen krizler müslümanları bir taraftan göçe mecbur ederken diğer taraftan da Batı’daki kilise sıralarının yeni Hıristiyanlarla dolmasına, rahip ya da papazların yüzlerinin gülmesine yol açmıştı.
Tarihin tozlu raflarına uzanıp şöyle bir üflediğimizde ansızın vaftiz edilen Osmanlı sipahisi Ahmed, yeniçeri Mustafa ya da Fatma’lar çıkabiliyor karşımıza. Hem de yeni isim ve askerî üniformalarıyla. Artık Maria Anna Josepha, Konstantin Xaver ya da Zungaberg adını taşıyorlar.
12 Eylül 1683’te Venedik, Alman, Polonya ve Habsburg koalisyon ordusunun ortak harekâtıyla 2. Viyana Kuşatması sonlandırıldı. Ardından Habsburglar sırayla Neuhäusel (1685), Budin (1686), Mohaç (1687) ve Belgrad (1688) kalelerini geri aldılar.
Böylece 1. Viyana kuşatmasının ardından başlayan ve 200 yılı aşkın süre devam eden “Türk Savaşları” (Türkenkriege) karşılıklı esir alımlarına yol açtı. Bazen takaslarla Türk esirler memleketlerine dönebilmişken, bir bölümü yıllar süren esaret hayatının sonunda gönüllü ya da zorla din ve kimlik değiştirmek zorunda kalmışlardı. “Türkentaufe” adını verdikleri vaftiz törenleri, egzotizm düşkünü Barok dünya görüşüne uygun olarak halkın pek rağbet ettiği, devlet erkânının hazır bulunduğu bir nevi zafer kutlamalarıydı. Bu, Türklere karşı gecikmiş bir kupa kaldırma anlamına geliyordu.