Destan, zaferin romanı; roman, yenilginin destanı… Özellikle de Afrika romanı. Tanrı’nın Oku ile Mahrem Macera, birer roman/destan. Sömürgecileri derinden eleştirseler de sömürülenleri yüceltmiyor; onları bütün masumluk ve daha da çok zaaflarıyla teşhir ediyorlar. Rousseau, “Roman Avrupa toplumlarının röntgen cihazıdır” demişti. Hangi toplumun değil ki? Romancı realist ise, ‘uydurduğu’ kişiler/olaylar/ilişkiler, yaşarken şahit olduklarımızdan daha gerçek olabiliyor. Avrupa kapitalizminin insan ve hammadde deposu Afrika söz konusu olduğunda, bu daha belirgindir. Aralarındaki inanç ve hatta kültür farklarına rağmen, büyük romancılar aynı romanı yazıyor gibidir. Müslüman Şeyh Hamidu Kan’ı, Hıristiyan Chinua Achebe’yi ciddi bir kurgu ustası yapan nitelik, gerçekçiliktir. Emperyalizm karşıtı olmaları, gözlerini kamaştırmıyor. Her sınıf veya zümreden, kendi insanlarının karakter ve duruşlarını da samimiyetle tasvir edebiliyorlar. Romanları bu bakımdan ‘nesnel’ tarih ve hatta otobiyografilerden bile gerçeğe daha yakın durabiliyor.