Namık Kemal’in torunu Selma Ekrem, Amerika’ya yelken açarken “gerçekte beni bekleyen belirsizlikten kaçıyordum” diyordu. Çiçeği burnunda Robert Kolej mezunu, “ihtilalci” İttihatçıları tanıyageldiği için, “inkılapçı” Cumhuriyetçilere güvenemiyor, yeni Türkiye’de “şapkasını özgürce giyip giyemeyeceğini” kestiremiyordu. Bir bakıma, İstanbul’un sisinden kaçıyordu. Kocalmış şehir, Avrupa terbiyesi almış, eğitimli genç ruhları zapt edemiyordu. Öyle anlaşılıyor ki Tevfik Fikret, Sis şiirinde asıl bu firarî ruhların tutku ve ıstırabına tercüman olmaya çalışıyordu: “Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i musahhir / Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir / Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr / Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!…” Yolculuğu tıpkı bir peri masalı gibi geçti ama fâcire-i dehr’den, sisten ve peçeden kaçan genç Selma’yı New York’ta koyu bir sis karşıladı! “Gözlerimi kapamış, üç kez dileğimi söylemiştim ve şimdi gözlerimi açtığımda, onca zamandır özlemini çektiğim ülkedeydim. Yüreğim ağzımda güverteye koştum. Ama Amerika peçe takmıştı. Birinden kaçmak için, bu binlerce millik yolu bir başka peçeyi görmek için mi aşmıştım? İnatçı bir sis, kenti sıkı sıkıya sarmıştı. Şehrin, sisin tuzağına düşmüş bir hayvan gibi silkinip durduğunu hissettim.” İfadesindeki hayvan benzetmesi tamamen içgüdüsel de olsa yersiz değildi.
Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…