Conrad, Amerikan emperyalizminin inceliklerini ‘öngören’ Nostromo’yu yazmayı öylesine ciddiye almıştı ki, “Nostromo bitip de ben yeniden doğuncaya kadar kendim değilim ve kendim olmayacağım!” diyordu. Hiçbir romanında doğrudan İncil’den bir parçayı epigraf olarak kullanmadığı halde, Bernard Meyer onun kendini Hz. İsa ile özdeşleştirdiğini düşünüyor, Dwight Purdy de ona katılıyordu. “Conrad için yazmak bir tür vahiy, bir nevi teofani (uluhiyetin tecellisi) idi.” Avrom Fleishman, Conrad’in dilinin, geleneksel sanatçı metaforunu değiştirip, onu “tarihsel bir dünyanın yaratıcısı” kıldığını belirtiyordu. 1904’de yayımlanan Nostromo, onun henüz tohum halindeki 20. yüzyıl tarihsel dünyasını imgeleminde nasıl canlandırabildiğini hakkıyla kanıtlıyor. ABD’nin Latin Amerika ve genelde “Üçüncü Dünya” ülkeleriyle ilişkileri “Nostromo Modeli”nden ciddi bir sapma göstermedi!
Gelişmeleri özetleyelim: Asya ve Afrika’daki kaba sömürgecilikten farklı olarak, Latin Amerika’daki sömürgecilik faaliyeti “yatırımcı” bir nitelik gösteriyor. Yerel kaynakları geliştirmeye odaklı, incelikli bir talandır söz konusu olan. Başlangıçta talan karşıtı olsalar da, kurtarıcı yerlilerin bir kısmı sonunda mânen yorulup talan kervanına katılmak istiyor. (Bizde bunun muadili, devrimcilerin reklamcı, mücahitlerin müteahhit olması mıdır?) Darbeci general Montero’nun önde gelen kurmaylarından Sotillo, bu yüzden kayıp gümüşün peşine düşmüştü. Maksadı, gümüşü “emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin” elinden alıp devlet hazinesine göndermek değil, kendi kasasına koymaktı. Conrad’in ifadesiyle, “Zekice bir tek saldırıyla zengin olma hırsı, düşünme yeteneğine üstün gelmiş”, bu yüzden mücadeleyi terk edip denizde gümüş aramaya koyulmuştu. Sömürücülere ateş püskürüyordu: “Siz yabancılar buraya, ülkemizin zenginliklerini soymaya gelirsiniz. Gözünüz hiç doymaz! Küstahlığınızın hududu yoktur!”
Devamı Derin Tarih Kasım Sayısında…